Yapacağımız en doğru iş, “zamanın ruhunu iyi anlamak” ve “geçiş planları” ile sektördeki insanları piyasanın “vahşi ayıklamasının” insafsızlığına terk etmemektir.
Anne Sverdrup-Thygeson’un Böcekler Gezegeni kitabından çok şey öğrendim. Öğrendiklerimin biri de insan doğasının yüzleştiği sorunların önünü ve arkasını düşünmeden, sihirli bir formül peşine düşme eğilimi.
Tekstil ve hazır giyim alanında yaşanan büyük kriz, sektörün içinde yer alan, günlük işlere odaklanmış çok sayıda insanımızın kaygılarını korkuya dönüştürdü. Korku öylesine büyüyor ki, krizin tarihsel nedenlerini, ülkemizin yaşadığı krizlerin niteliklerini, yaşanmakta olan krizi önceki krizlerden ayrıştıran özellikleri anlatmak istediğinizde tepki gösteriliyor: “Onları biliyoruz, siz bize bu kriz ne zaman biter ve nasıl biter onu anlatın!” diyorlar. Anlaşılan ateş düştüğü yeri fana yakıyor.
Krizin ne zaman ve nasıl biteceğine ilişkin “sihirli formülü” bilen var mı? Musa’nın asası gibi anında çözüm üreten bir mucize arayışı ne kadar gerçekçi?
Thygeson, Tevrat’daki “Rab Musa’ya elini Mısır üzerine uzat dedi (…) Musa asasını Mısır’ın üzerine uzattı. O gün ve o gece Rab ülkede Doğu rüzgârları estirdi. Mısır üzerinde uçuşan çekirgeler ülkeyi boydan boya kapladı.(…) Mısır’ın hiçbir yerinde ne ağaçlarda ne de kırdaki bitkilerde yeşillik kalmadı.”( Mısır’dan çıkış 10:12-6) anlatımı hatırlatıyor.
Thyeson kutsal kitaptan alıntıyı paylaştıktan sonra diyor ki, “ İlginç olan, o gün bugündür ekolojik doğruluğunu korumasıdır. Çekirge sürüleri daha doğuda kalan yaşadıkları bölgeden kalkıp 24 saat içinde Mısır’a, yalnızca sıcak güneydoğu rüzgârları hamsin eşliğinde varabilir.” Ve şu saptamayı ekliyor: “ Gerçekten de dehşet verici bir manzara ortaya çıkar. Tek bir çekirge bir gün ağırlığı kadar bitki yiyebilir.”
Anlattığımız ister efsane olsun, isterse olağanüstü olaylarla süslenmiş bir masalın çekiciliğini barındırsın, ister bir küçük öykü ya da en üst düzeyde kurgu olduğu için gerçek bir sanat olan romanlar kadar ayrıntı alanı açsın, doğanın gerçeğine uygunsa karşılık buluyor; insanların zihnindeki yerini koruyor ve sürdürüyor.
Halkın akıl biriminin “İftiranın yakışanından korkarım!” anlatımını unutmayalım.
Doğru bilgilendirme sorumluluğu
Bir kamu entelektüeli, yaşadığımız dönemdeki sıkıntıları anlatırken bilimin açıklamak için peşinden koştuğu doğa yasalarına uygunluğu dikkate alırsa, temel görevi olan “doğru bilgilendirme” konusunda ayaklarını yere sağlam basabilir.
Gelişmişliğin temel göstergelerinden biri de, yapılacak analizin, söylenecek sözün, deney ve denemden çıkmamış olsa bile zihni bir soyutlamanın yaşamın öz gerçeğine yakınlaştırma özenidir.
Musa’nın asasını Mısır’a uzatması ekoloji ve evrimine dayanmasaydı; bir zamanlar hakkında inanılmaz efsanelerin yayılan kuyruklu yıldızın yörüngesinin hesaplanmasından sonra sönen parlaklığının ve “hikayelerin gücünün” yok olması yaşanmazdı. Bugün kimse kuyruklu yıldızla ilgili aşırı basitleştirilmiş anlatımlardan türetilen yanlış ahlâki kesinliklerin peşinde gitmiyor.
Hiç birimizin elinde Musa’nın asasının olmadığını ve olmayacağını biliyoruz. Tekstil ve hazır giyim alanında, bir zamanlar yaşanan “altın çağı” geri getirmenin imkânsızlığının farkındayız. Yapacağımız en doğru iş, “zamanın ruhunu iyi anlamak” ve “geçiş planları” ile sektördeki insanları piyasanın “vahşi ayıklamasının” insafsızlığına terk etmemektir. Roma ordularının kullandığı geçici kale “Castra” gibi uygulamalarla, en az kayıpla yeni bir aşamaya hep birlikte erişebilmedir.
Sektörde en büyük yakınma olan “nitelikli insan bulma” uzun dönemli ve kolektif gücü odaklayabilirseniz çözülebilecek bir sorun.
“İşgücü maliyetlerini” bir dengeye oturtmak, ekonominin bütününü kapsayan bir strateji içeren planın çıktılarını sektöre yansıtmakla mümkün, ama bu da akşamdan sabaha kimsenin yapamayacağı bir iş.
Yaşanan krizi yaratan “ev yapımı yerli milli politika yanlışları” en hızlı dönüş yapılabilecek bir alan, ama oturmamış demokrasilerde “ popülizme ve pragmatizme” aşırı bağımlılık önemli bir engel olma gücüne ve etkisine sahip. Bu bağlamda, döviz kurundan finansman maliyetine, enerjide mukayeseli avantajın yitirilmesine kısa dönemde çözümler üretilmesi yanlış. Musa’nın asası etkisi beklentisi yaratmamak gerekiyor.
Piyasanın omurgasını oluşturan kur, faiz, borsadaki iniş çıkışların bir “sonuç” olduğunu unutursak; “süreci anlamada” iki adım geride kalırız. O zaman süreci anlamının temel araçlardan biri olan “tarih bilincini” ekonomik kararlarda ihmal ederiz. Tarih bilincinin önemli değişkenlerinden biri olduğu üzerine düşünme zahmetine katlanmayız.
Geçmişin deneyimleri önemli
Değerli iktisatçı Dr. Özge Öner’in çalışmalarında işaret ettiği 1994 krizindeki “uluslararası geçerli sistemin” araçlarını kullanarak aşıldı: Sabit kur uygulamasını, yüksek faizle yabancı fonların çekilmesini, ithalattaki hızlı artışı ve büyüyen cari açığı birlikte yaşandı.
Çok değil, 6 yıl sonra tekrarlanan 2000’lı yıllar krizinde “bankacılık krizi patlamasını”, ardından “Anayasa krizi” diye bilinen gelişmeyi, “fonların yurtdışına çıkmasının” hızlanması izledi. GSYH’nin yüzde 9’dan fazla azalması sonucu yaşandı. Rezerv kaynaklarında” niteliksel değişmelerin” önemi yaşanarak deneyimlendi.
Biraz daha geniş zaman aralığından bakınca, 1990-2000’li yıllar krizlerinde, “küresel likidite akışlarındaki değişmeyi” bir karar değişkeni olarak göz önünde bulundurmalıyız. “ Daha sert faiz ortamı”, “sermaye akımlarında daha sert seçicilik” eğilimi, değişik “jeopolitik riskleri” rezerv artışlarının “kısa vadeli portföy yatımlarına dayanmasının” etkilerini de zihnimizde berraklaştırılması gereken etkenler. Bir basamak daha yukarı tırmanarak, “ yüksek faiz düşük kurun” ithalat lehine yarattığı fırsatları, “ reel sektör ve hane halkının sürekli maliyet yüklenmesini” ve bazı sektörlerde “ ülke dışına göç” yaşanmasının dip dalgalarını bilmeden bugünün sorunlarına çözüm aramamızın etki gücünü yükseltemeyiz.
Hep birlikte yaşadığımız 2002-2008 döneminde, “İhracat/GSYH oranındaki istikrarlı artışı”, yatırım ikliminin “yeni yatırımlarla kapasite yaratması” olgusunu, ülkemizin “küresel pazarlarda fiyat avantajı ”yakalamasının etkilerini, ithalat kompozisyonunda “ ara malı ve yatırım malı” artış eğilimini, dış ticaret açığını kapacak yatırımların artmasını, “öngörülebilir finansman ortamında” karar vermenin kolaylaşmasını, “yerli üretimi küresel ölçekte korumanın stratejik zeminini” derinliğine sorgulamadan günün sorunlarını ciddi çözümler üretemeyiz.
Son iki yıldır yaşanmakta olan “enflasyon yükselirken faizlerin indirilmesini” , “ yüksek faiz-düşük kur” uygulamalarını, “ithalat yapmanın cazibesini”, “teknoloji transferi yatırımlarının azalmasını”, “hızlı tüketim mallarının” öne çıkmasını kavramadan sağlıklı öngörüler yapamayız.
“İhracatçı döviz gelirinin TL’ye çevrilme” sorunlarını, “hammadde, yarı malul madde ve enerji maliyetlerindeki ” artışları, satış gelirleri üzerindeki “kur baskısını”, “ithalat bağımlılığının” artışını, “döviz uygulamalarının yarattığı darboğazları” aşacak “alternatif çözümler” üretebilmemiz için tarih bilincini yükseltmek, ayrıntı bilgisi ile genel eğilimler arasında denge kurmak gerekir. Öngörme-önlem alma disiplini ve “ödünsüz gözetim ve denetim mekanizmalarına” olan ihtiyacı da derinliğine sorgulamalıyız. Yaşadığımız kriz hepimizin ortak sorunu, çözümü de yine kapsayıcı anlayışla üretebiliriz.