Her 4 kadından 1’i, ev işleriyle uğraşma zorunluluğunu işgücüne katılamama nedeni olarak işaret ediyor. Erkeklerde ev işlerinden bahseden kişi sayısı TÜİK’e göre sıfır.
Geçen hafta İstanbul’dan kıymetli sektör temsilcilerine hitap eden bir panelde konuşmacıydım. Sanayi önemli, sanayicimiz kıymetli, onlarla birlikte olmak mesleki olarak besleyici…
Panel sonunda Türkiye’de işgücüne katılım oranı ve bunun cinsiyetler arası dağılımına dair bir soru geldi. Soruya yanıt verirken örneği uzakta aramadım, çünkü şahidiyim: Özellikle çocuklar küçükken, aldığınız bir bakım desteği de yoksa, iş hayatı ile senkronizasyon zor. Bunu söylediğimde, çözüme katkı vermek isteyen bir dinleyici “Kreşe gönderseydin” önerisinde bulundu. İçtenlikle teşekkür ediyor ve derin bir nefes alarak konuya giriyorum:
Kadınlar işsizliği daha büyük sorun olarak görüyor
- Türkiye’de işgücüne katılır durumda olduğu kabul edilen 33 milyon 566 bin kadın var
- Bunların 21 milyon 359 bini işgücüne dahil değil. Neredeyse Danimarka, İsveç ve Norveç nüfusunun toplamı kadar
- Yani sadece 12 milyon 451 bin kadın işgücüne katılabiliyor
- Hesap ortada: Kadınlarımızın işgücüne katılım oranı %37. OECD’de bu oran %50’nin üzerinde. (Erkeklerde iş gücüne katılma oranı Türkiye’de %71,9, OECD’de %69).
- Ülkenin sorunları sorulduğunda, erkeklerin %4,4’ü işsizliğe işaret ederken, kadınlarda bu yanıtı verenlerin oranı %53 yukarıda (%6,7). Yani kadınlar iş aramıyor ya da işsizlikten dertlenmiyor değil muhteremler. Tam tersine işsizliği daha büyük bir sorun olarak görüyorlar.
- Peki o halde neden kadınlar işgücüne katılmıyor? Soru yanlış. Katılmıyor değil katılamıyorlar. Her 4 kadından 1’i, ev işleriyle uğraşma zorunluluğunu işgücüne katılamama nedeni olarak işaret ediyor. Erkeklerde ev işlerinden bahseden kişi sayısı TÜİK’e göre sıfır.
- Peki çocuk? Kesinlikle bir fark yaratıyor. 25-49 yaş arasında ve çocuğu olmayan kadınların istihdam oranı %58. Aynı yaş grubunda 3 yaşın altında çocuğu olan kadınlar için bu oran %27’ye düşüyor. 3 yaşın altında çocuğu olan erkeklerde istihdam oranı %90 (çocuğu olmayanlarda %79,3). Sahi, çocuk kimin?
- 3 yaş altında kreş / gündüz bakım evi / özel kulüplere giden çocuk sayısı Türkiye’de 100 binin altında. Bu yaş grubundaki nüfusa oranla sadece %1,5’lik bir kesimden bahsediyoruz.
- Okul öncesinde de rakamlar pek yüz güldürmüyor. 3-5 yaşındaki çocuklarımızda okullaşma oranı %51,9. Bu oran ancak ilkokulda %95’e çıkıyor.
Belli ki kreşe göndermek akıllara gelmemiş ya da öneri sahada karşılık bul(a)mamış. Sebepleri neler olabilir?
- Ağustos itibariyle Türkiye’de yıllık tüketici enflasyonu %33. Okul öncesi eğitim ve öğretimdeki yıllık fiyat artışı ise %68. Bakın daha bunun içine servis, kıyafet, aktivite seti fiyatı eklemedim…
- Okulların 08:00-16:00 arası devam ettiğini, mesainin de 08:30-17:30 olduğunu varsayalım. Hadi diyelim sabah mesaiye geç kalmadan evladı okula bıraktınız, ya okul çıkışı? Her gün işten erken çıkmanıza izin var mı? Yoksa çocuk mu okul kapısında bekleyecek?
- Çocuğu okula toplu taşıma ile götüreceksek, yaş grubuna uygun emniyet kemeri ile oturarak seyahat etme koşulunu sağlayabilecek miyiz?
Sosyal sermayemizi desteklemek için yapacak hâlâ çok iş var
Uzatmayayım... Kreşe gönder, lala tut evde eskrim öğrensin… Eminim pek çok anne-babanın aklından geçmiştir bunlar (eskrim kısmı müzakereye açık). Ama uygulanabilir mi?
Sosyal sermayemizi desteklemek için yapacak hâlâ çok iş var. Görünen o ki, günlük hayatın gerçeklerinin kağıt üstündekinden daha zor olabileceğini anlatmamız ve uygulanabilir çözümler geliştirmek için sürece dahil etmemiz gereken paydaş da çok var.
Ben de oturdum bu yazıyı yazdım işte. Bir de aklı çocuklarda olan tüm anne, baba ve iktisatçılar için kıymetli şair Didem Madak’ın dizelerini geçirdim aklımdan:
Ah… dedim sonra
Ah!