Çin’de yaratılan gelişmeler bugün bütün insanlığı yakından etkiliyorsa, bu gelişmenin ardındaki en önemli güç, karşılaşılan sorunlarla yüzleşme özgüveninin beslenmesidir.
Le Monde Diplomatique Türkçe’nin son sayısında Nathan Sperber’in “Çin ekonomisi ve tuhaf bir çarpıklık “ yazısını okurken “involüsyon” terimine yüklenen değeri de öğrendim: Kısır döngü, aşırı rekabet sonucu verimsizleşme anlamına geliyor. Çin Komünist Partisi Politbürosu “İnvolüsyon tipi zararlı rekabet” tanımını yapıyor. Büronun kuramsal dergisi ‘Qiushi’, “İnvolüsyon Tipi Rekabeti Derinlemesine Anlamak ve Düzeltmek” başlıklı bir makale yayınlıyor. Makalede , “Ekonomik aktörlerin piyasadaki konumlarını korumak ve sınırlı bir pazarda rekabet etmek için sürekli olarak büyük kaynaklar ve enerji yatırımı yapmalarına rağmen kâr artışı sağlamadıkları sağlıksız rekabet olgusu” açıklaması yapılıyor. Makalede yapılan analize göre, “ Büyük şirketler küçükleri involüsyonla baskılıyor, platformlarda kullanıcılarını involüsyonla etkiliyor”. Makale bir başka noktaya daha vurgu yapıyor: “Üretim kapasitesini involüe etmek, fiyatları involüe etmek, rekabeti involüe etmek mümkün; ancak bunun sonucu herkes için kayıp olur.”
Teknik ve sosyal beceri eksikliği
Bu yazının amacı, Nathan Sperber’in makalesindeki analizin çıktılarını paylaşmak değil. Bir sorun yaşandığı zaman onu, “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışıyla saklamanın ya da üstüne aşırı basitleştirilmiş rakamlardan oluşturulan “kutsal şallar” örtmenin işlerimizi nasıl çıkmaza soktuğunu anlatmak; “yüzleşme özgüveninin yarattığı verimliliğe” değinmek.
Yaşanan sorunları gizlemek ya da Mevlana’nın dediği gibi “gelenek ve dinde kolayını arayarak, farklı yollar bulacağımız iç yolculuğumuzu ertelemek ve saptırmak” toplumlara büyük bedeller ödetebiliyor.
Her insanın, topluluk ya da toplumun yaşadığı devrin vicdanıyla, geçmişiyle ve toplumla yapılan sözleşmelere uygun olup olmadığıyla yüzleşmesinin, sorunları aşmanın çekirdek gücünü “yüzleşme özgüveni” oluşturuyor.
Hepimiz yaşadığımız devrin ruhunu oluşturan bileşenleri en küçük kaygı ve korkunun gölgesini düşürmeden sorgulayabilmeliyiz.
“Anlamanın ve düzeltmenin” ilk adımı, küresel ölçekte “jeopolitik gelişmeleri gözlemek, izlemek, öğrenmek, anlamak ve anlamlandırmaktır”. Gazze’de, Ukrayna’da, Venezuela’da Afrika’nın her yerinde, Japonya Başbakanı’nın Tayvan ile ilgili açıklamalarında, Çin ve Japon uçaklarının radar kilitlemesi dalaşlarında olup bitenin arka planını kavramadan çağımızın değer sistemlerinde ayaklarımızı sağlam bir zemine basamayız.
Bugün ülkemizde “teknik ve sosyal becerilerde” bir eksiklik olduğunu düşünüyor; “entelektüel verimliliğin düşük olması” zihnimizi rahatsız ediyorsa, İkinci Dünya Savaşı sonrasında siyasi anlamda belli düşünceleri savunmanın mübah, karşı düşünceyi savunmanın günah sayılmasının etkileri hiç de azımsanacak gibi değildir.
Önyargılardan çok çektik
Ülkemiz insanı iki kültür arasında sınır bekçiliğinin yarattığı “önyargılar” nedeniyle refahlarından çok şey kaybetmiştir. Kültürel önyargılar; çok seslilik, çok kültürlülük ve çok odaklılığın toplumsal dayanıklılığı artırmasını engellemiş, kapsayıcı gelişme yerine ayrıştırıcı engellerin tuzaklarına hepimizi sürüklemiştir.
Yeni dünyaların kurulduğu, toplumların da o dünyalarda yerini almaya çalıştığı bugünün gelişmelerini kavrayarak uyum göstermenin yollarından biri, jeopolitik gelişmeleri iyi okumak, net kavramak, harekete geçerek anlamlandırmaktır.
Değişim ve dönüşüm dönemlerinde değerlerin aşınması, kurumların işlevsizleşmesi, toplum sözleşmelerinin muğlaklaşması “hükümetlerin kararlarında belirsizlik ve tutarsızlıkları” da beraberinde getirir. Daha içe dönük, korumacı, inanç ve ırk odaklı kolaycı söyleme dayalı dar anlamda milliyetçi, aşırı basitleştirilmiş ahlaki değerler üzerine kurulu popülist ve pragmatist hükümet politikaları günümüzün tehlikeli eğilimlerinden birdir. Hükümetlerin hangi beklentilere dayalı politika ürettiklerini kavramadan, gelişmeleri derinlemesine anlamak ve düzeltmek mümkün değildir.
Neslin sürdürülmesi tehlikede
Yaşamın odağında her zaman insan vardır; üretim ve bölüşümün temel amacı da maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırmaktır. Toplumun orta sınıfını ve omurgasını oluşturan, emeğiyle geçinenlerin gelirlerindeki artış ve azalışların nedenlerini derinlemesine anlamak, olumsuz gelişmeleri engellemek için de “yüzleşme özgüvenini geliştirici” hukuk sistemi ve güven ortamı yaratmak en önemli sorumluluk alanıdır.
İnsanlık tarihinde ilk kez “neslin sürdürülmesi güdüsünün zayıflaması” hemen ardından da insanların doğdukları vatanlarını geride bırakarak, “bilmedikleri başka yerlerde güven arayışı göçleri” yaşamasının arka planını derinlemesine kavramadan gidişat tersine çevrilebilir mi?
Aşırı basitleştirilmiş anlatımlar üzerine kurulu gelenek-görenek ve kültür değerlerine abanarak iç ve dış düşman yaratarak toplumun büyük enerjisini kalkınmaya odaklanma yolundan saptırmanın günahlarını açıkça sorgulamayan bir toplumda gelişme ve ilerleme yaratabilir mi?
Bütün insanlık tarihinde hiç görülmemiş bağlantı yoğunluğu, iletişim-etkileşim derinliği, hakimiyetçi rekabet ve değişik iş birlikleri yaratan teknolojileri kavramsal gelişme süreçleri bağlamında değerlendirmeden gelecek güven altına alınabilir mi?
Çin’de yaratılan gelişmeler bugün bütün insanlığı yakından etkiliyorsa, bu gelişmenin ardındaki en önemli güç, karşılaşılan sorunlarla yüzleşme özgüveninin beslenmesidir. İnvolüsyon olgusunun sorgulama biçimi yüzleşme özgüveninin son örneklerinden biridir ama sonuncusu değildir.
Korkularımızı aşarak, merak ve öğrenme güdümüzü güçlendirmek; yüzleşme özgüveniyle her sorunumuz, ama aklınıza gelecek her sorumuzu tartışabilecek bir ortam ve iklim oluşturmak zorundayız.