Her gün iktidar hırsının başka bir boyutuna uyanmak, insanı yalnızca mutsuz değil, umursamaz hatta arsız yapıyor. Böyle bir toplum mu, hayal edilen toplum? Bunun geri dönüşü de olmaz. Bir müzik enstrümanın teli değiliz ki, arada bir ayarlarımızla oynansın biz de iyi ses verelim.
Coğrafyalar, yüzyıllar, rejimler değişse de değişmeyen bir insanlık durumu; gücü elinde tutma arzusu. Tarih boyunca felakete, savaşa, ihanete sahne oldu. En önemlisi en az önemsediğimiz “mutluluğu” sabote etti. Topyekün bir mutlu olmama hali yaşıyoruz. Hırs dozunda iyidir bu düpedüz sarhoşluk.
Her gün iktidar hırsının başka bir boyutuna uyanmak, insanı yalnızca mutsuz değil, umursamaz hatta arsız yapıyor. Böyle bir toplum mu, hayal edilen toplum? Bunun geri dönüşü de olmaz. Bir müzik enstrümanın teli değiliz ki, arada bir ayarlarımızla oynansın biz de iyi ses verelim. Bu orkestradan iyi ses çıkmıyor, çıkamaz…
Bugün yaşadığımız gerçeklik, 1500’lü yılların İtalya’sındaki prenslikler kadar karmaşık ve kural tanımaz bir güç mücadelesine benziyor. Kimin kim olduğu değil, ne kadar güç istediği konuşuluyor. Ortalıkta çok fazla gerekçe, çok az ilke var. Sürekli bir kriz anlatısı, iç ve dış düşman paranoyası, her şeyin üzerine çekilmiş kalın bir örtü: Para. Modern dünyada gücün ölçüsü, artık yalnızca sermaye.
Siyaset, bir yönetme biçiminden çok bir kazanç biçimi olarak görülüyor. Siyaseti meslek edinenlerin çoğu bir eğitim ya da liyakat geçmişi taşımıyor. Meslekleri yok. İş yerinizde yer vermeyeceğiniz şahıslar. İş aramayan vatandaş işsiz istatistiğine girmiyor açıklaması devletin en üstünden yapıldı bu hafta. Siyaset iş aramayan gizli işsizlerle dolu. Sahte diplomalarla ya da sıradan eğitimlerle, toplumun kaderine yön vermeye talip oluyorlar.
Bu insanlar o kadar çok konuşuyorlar ki, temel gereksinimleri dışında bir günleri nasıl geçer, spor, eğlence, kültür, kitap okuma, sinema tiyatro, sanat, hobi gibi ne yaparlar diye düşünürüm zaman zaman. Bir tanesini de bu saydıklarımı icra ederken hayal edemem. Yakıştıramıyorum nedense bir enstrüman çalarken, resim yaparken, spor yaparken… kitap okurken diyeceğim ama bir durayım burada!... Aklıma geliyor bir şeyler. Ne okuyor olabilirler? Galiba yalnızca bir kitabı: Niccolò Machiavelli’nin "Prens"ini.
1513 yılında yazılan, Machiavelli'nin ölümünden sonra 1532’de yayımlanan "Prens", sadece siyaset biliminin değil, güç ilişkilerinin anatomisinin temel taşı. Machiavelli, bu eserinde siyaseti ahlaktan ayırır çünkü önemli olan, gücün nasıl elde edildiği ve nasıl sürdürüldüğü diye düşünür. Prens'in görevi, halkın mutluluğu değil, iktidarın sürekliliği: "Makyavelizm" adıyla anılan, güce ulaşmak için her yolun mubah sayıldığı bir düşünce.
Kimdir kendisi? Adı, Niccolò di Bernardo dei Machiavelli. Floransa (1469) doğumlu. Soylu ama yoksullaşmış bir ailenin çocuğu. Babası hukukçu. Klasik Latin eğitimi almış. Yükseköğrenimle ilgili kesin bilgi yok. Dönemin hümanist düşünürlerinden etkilenmiş, Floransa Cumhuriyeti'nin İkinci Şansölyeliği’ne getirilmiş; iç güvenlik, diplomasi ve ordu organizasyonu gibi kritik görevler ve elçilik yapmış. Avrupa siyasetini de görmüş, deneyimlemiş. Medici ailesi (1512) iktidara gelince görevden alınıp hapse atılmış işkence görmüş. Serbest kalınca gözlemlerini yazmış. En bilinen eseri Il Principe (Prens). Hala konuşuyoruz!... Machiavelli Floransa’da sürgünde ölmüş.
Prens’te işlenen temel kavramlardan biri erdem- "virtù"- kişisel beceri, karizma, cesaret, stratejik zeka- diğeri ise talih "fortuna" - şans, zamanın ruhu, koşullar. Machiavelli’ye göre başarılı bir lider, bu iki gücü dengeleyebilen. Virtù zayıfsa, en büyük şans bile işe yaramaz. Kişisel meziyetler belirleyici. Machiavelli için lider dediğin, gerektiğinde acımasız, gerektiğinde kandırıcı, gerektiğinde görünüşte iyi ama gerçekte hesapçı olmalı.
"Prens" aslında soyut bir lider tipi. Güçlü görünen, gerektiğinde şiddet kullanan, korku salan biri. Hatta en makbul Prens, elini kirletmeden stratejik bir maske takınan…
Kitapta ders bol. Örneğin, Prens’in paralı asker yerine kendi ordusuna dayanması gerektiğini, çünkü sadakatin satın alınamayacağını söyler. Buradan şunu çıkarıyoruz; liderin halkın sevgisine ihtiyacı yok. Sevilmektense korkulan olması daha güvenli bir seçenek. Sevgi en nihayetinde geçici olabilir, korku ise sürekli kılındığında… kontrol sağlar. Ben 1500’lerden bu yana çok korku yaşadığımızı (küresel anlamda tüm halklar) bir tür mutasyon geçirdiğimizi de ihtimal dışında tutmuyorum. Prens’i örnek alanların toplum dokusunu ihmal etmemesi iyi olur. Bir de dünün iletişimiyle bugünün aynı değil, engellere karşı iletişim bir tane.
Özetle karıştırmayalım; "Prens" bir etik kitabı değil, bir güç rehberi. Bu eser, sadece siyaset felsefesi için değil, liderlik tarihi için bir dönüm noktası. Sokaktaki vatandaşın da kimin ne zaman nerede niye söylediğini bilmeden ezbere dudaklarından döküldüğü gibi “her şey mübah” diyen bir lider profilini canlandırıyor.
İktidarın doğasını da tarifliyor Machiavelli. Ve sabit. İktidar bir pasta! Büyüklüğü sabit, dilimler değişebilir, değiştiğinde bir kişi gücünü artırırsa, başkalarının payı azalır. Bu yaklaşıma göre, iktidar paylaşılabilir değil, tek elde tutulması gereken bir şey. Machiavelli’ye göre lider zaafa düşmemeli.
Gördüğünüz gibi çok net!
Ne adammış Machiavelli değil mi! Bu düşünsel çerçeve, yalnızca siyaset kuramcılarına değil, edebiyatçılara da ilham verdi. Shakespeare’in "Macbeth"i, kehanetle iktidar hırsına kapılan bir liderin trajedisi.
Orwell’ın "Hayvan Çiftliği"ndeki domuz Napolyon, eşitlik sloganlarıyla başlayıp tiranlığa evrilen bir devrimci.
William Golding’in "Sineklerin Tanrısı" romanında Jack, bir grup çocuğun arasında bile mutlak güce susamış bir lider.
Tolkien’in “Yüzüklerin Efendisi” nde Sauron’u, gücü mutlaklaştıran, ruhunu yüzüğe hapseden karanlık bir figür.
Türk edebiyatından Aziz Nesin’in "Zübük" karakteri, halkı kandırarak yükselen bir siyasetçi parodisi sunar.
Zülfü Livaneli’nin "Son Ada" romanındaki Başkan, cenneti distopyaya çeviren totaliter bir devlet adamı.
Fazlı Necip’in, "Saraylarda Mecnunlar" romanında Kösem Sultan, oğullarını bile iktidar uğruna gözden çıkarabilecek kadar güç takıntılı bir figür.
Düşünsenize bu karakterlerin hepsi farklı dönemlerde, farklı dillerde yazılmış. Hepsi aynı soruyu sorduruyor, ister misiniz soralım:
Güç, insana ne yapar?
Güç, kimde kalmalı?
Güç, neden bu kadar baş döndürücüdür?
Machiavelli bize güç oyununun değişmediğini, yalnızca oyuncuların değiştiğini gösteriyor. 1500’den 2025’e… Siyasetin sadece biçimi değil, ruhu da hala bu kitabın gölgesinde yaşıyor. Halk ise bu denklemde nadiren düşünülüyor. Zaman yok, kriz var, mazeret çok. İçeridekiler dışarıya, dışarıdakiler içeriye işaret ediyor ama aslında herkes aynı sofrada oturmak istiyor. O sofraya oturanlar, Machiavelli’nin “Prens” tipini oynuyor.