Küresel ekonomi, dijitalleşme, iklim krizi ve toplumsal dönüşüm gibi dinamiklerle yeniden şekillenirken, Türkiye’nin maliyesi de önümüzdeki yüzyılda köklü bir yeniden yapılanma sürecine girmek zorundadır.
“Ne kadar geriye bakarsan, o kadar ileriyi görürsün.” Winston Churchill
Türkiye’de yakın geçmişten bugüne ekonomide neler oldu?...
Ünlü İngiliz siyasetçinin yukarıdaki sözü yaşanmışlıklardan süzülmüş çok anlamlı ve önemli bir söz. Geçmişi inkar ederek veya yok sayarak analizler yapmak kesinlikle yanlış. Zira geçmişte yapılanlar, yanlış yapılanlar, yapılmayanlar... bunların hepsi aslında geleceğe ışık tutan birer fener konumunda.
Türkiye’nin son 3 çeyreğine ilişkin ekonomi tarihinden örnekler verelim...
1950’li yılların koşullarında devreye sokulan liberal anlayış ve politikalar olmasaydı 1960 ihtilali sonucu planlama anlayışına dayalı ekonomi modeli oluşmazdı. 1970’li yılların koalisyon açmazları ve dış konjonktürdeki petrol krizi ve Kıbrıs harekatı gibi gelişmeler olmasaydı, biraz da o dönemin küresel trendine bağlı olarak 24 Ocak 1980 radikal liberal ekonomiye dönüşüm adımları atılmazdı. 1990’lı yıllarda tıkanan devlet yapısı ve finans sistemi olmasaydı, 2001 kararları ve bugünün bankacılık düzeninin temelleri atılmazdı. Yine o dönemin siyasal tıkanıklığı olmasaydı, 2003 yılında siyaset yeniden şekillenmezdi.
Şimdi de 2020 sonrasının pandemi olgusu, Ukrayna-Rusya ticaret savaşları, jeopolitik gelişmeler, İsrail’in Gazze ile şekillenen din savaşları gibi uluslararası konjonktürdeki gelişmeler ve 6 Şubat 2023 depremi ile iç siyaset konuları ezber bozdu. Dünya politik ve ekonomik düzeninin yeniden şekillenmesi gereği ortaya çıktı. Tüm dünyada gelişmiş veya gelişmemiş tüm ülkelerde devletin yapısı ve ekonominin yeni biçimler alması bir zorunluluk halini aldı.
Türkiye’nin ekonomisinde devlet nasıl rol almalı?
Küresel ekonomi, dijitalleşme, iklim krizi ve toplumsal dönüşüm gibi dinamiklerle yeniden şekillenirken, Türkiye’nin maliyesi de önümüzdeki yüzyılda köklü bir yeniden yapılanma sürecine girmek zorundadır. Geleceğin maliye sistemi yalnızca gelir ve gider dengesini koruyan bir yapı değil; sürdürülebilir kalkınmayı, toplumsal adaleti ve teknolojik yenilenmeyi aynı anda yöneten stratejik bir mekanizma olmak durumundadır. Bu çerçevede devletin rolü, klasik mali işlevlerin ötesine geçerek hem düzenleyici hem de yönlendirici bir aktöre dönüşmelidir.
Gelecek yüzyılın maliyesi, “refah, adalet ve sürdürülebilirlik” ekseninde şekillenmelidir. Devletin mali politikaları, ekonomik büyümeden öte, toplumsal kapsayıcılığı ve gelir dağılımında dengeyi hedeflemelidir. Vergi sistemi, yüksek gelir gruplarından daha fazla katkı alınmasını sağlayacak şekilde ilerici olmalı; aynı zamanda dijital ekonomi, yapay zekâ hizmetleri ve çevreyi etkileyen faaliyetler gibi yeni alanlardan adil bir şekilde vergi alınmalıdır. Böyle bir yaklaşım, maliyenin sadece gelir elde etme aracı değil, sosyal dönüşümün ana motoru haline gelmesini sağlayacaktır.
Devlet, stratejik yön verici konumda olmalı
Teknolojinin yükselişi, devletin mali işlevlerini de dijitalleştirecektir. Yapay zekâ destekli bütçe yönetimi, blockchain tabanlı harcama takibi ve gerçek zamanlı veri analitiği, mali şeffaflığı ve verimliliği artıracaktır. Böyle bir sistem, vatandaşın ödediği verginin nereye harcandığını anlık olarak görmesini sağlayacak ve kamuya olan güveni güçlendirecektir.
Gelecek yüzyılda devletin mali rolü “yönlendirici devlet” modeliyle tanımlanmalıdır. Devlet, doğrudan üretici olmak yerine stratejik yön verici konumda olmalı; vergi teşvikleri, kamu yatırımları ve yeşil finansman mekanizmalarıyla özel sektörü sürdürülebilir alanlara yönlendirmelidir. Enerji, gıda, sağlık, savunma ve dijital altyapı gibi stratejik sektörlerde kamu yatırımları uzun vadeli planlama çerçevesinde yürütülmelidir. Kamu-özel iş birlikleri de artık sadece fiziksel altyapıya değil; yapay zekâ, biyoteknoloji ve yenilenebilir enerji gibi alanlara kaydırılmalıdır.
Sosyal devletin işlevi de yeni çağın gerekliliklerine göre dönüştürülmelidir. Klasik sosyal devlet anlayışı, yani “gelir transferi yapan devlet” anlayışı yerini fırsat eşitliği yaratan devlet anlayışına bırakmalıdır.
Sonuç itibariyle; yukarıda sıralanan başlıklar güçlü kurumsal yapıları gerektirir. Kişilere dayalı kurtarıcılar yerine, sisteme dayalı işleyişler şarttır. Türk ekonomi ve maliye tarihinde bu niteliklere sahip (Devlet Planlama Teşkilatı, Maliye Hesap Uzmanları Kurulu, Maliye Teftiş Kurulu gibi) kavrayıcı kurumlar ya da yapılar olmuştur. Onların gelenek ve deneyimlerinden yararlanmak yerine, yok saymak ve daha da kötüsü ortadan kaldırmak hiçbir fayda sağlamamıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin gelecek yüzyılını inşa etmek adına geçmişe bakmak ve doğru uygulama ya da yapıları devreye sokmak gerekir.
