Başlığın yaratıcı olduğunu düşündüğüm için bir ekonomistten severek alıntılıyorum. Anlatmak istediğim ise biziz her zaman olduğu gibi. Bu tuhaf kelime o denli boğucu ki, bir cümleyle yazımı özetleyecek olursam; “Enflasyonla Yaşamak: Aynı ülkede farklı hikayeler, tek bir gerçek”
Türkiye’de enflasyon konuşmak, neredeyse bir milli spor. Evde, sokakta, kahvede, toplantıda, televizyonda… Fiyatlardan başlanan her sohbet bir şekilde aynı yere bağlanıyor: “Her şey çok pahalı.” Aynı cümleyi kuranların her biri farklı bir dünyadan konuşuyor oysa. Kimisi market poşetine gömülü rakamlara bakarken, kimisi vergisini öderken, kimisi kiraya yetişemediğinde, işveren ücretleri ödeme zamanı, kredileri kapama günü geldiğinde “enflasyon” deyiveriyor.
İşte tam da bu nedenle bu yazıyı yazmak istedim. Türkiye’de enflasyon yalnızca ekonomik bir gösterge değil; bir ruh hali, bir davranış biçimi, hatta kimi zaman bir kader duygusu. Ekonomiyi yönetmek kamu göreviyse anlatmak da kamu hizmeti… Ekonomi politikası ile iletişim politikasının ayrılmaz iki parça olduğuna inanıyorum. Ekonomi yönetimi “faiz artırdık/düşürdük” dediğinde toplumdan kendisine güvenmesini bekliyor. Toplum ise “Neden güveneyim? Ne değişti? diye soruyor.
Enflasyona bakmayı da, onu anlatmayı da yıllardır aynı yerden deniyoruz. Oysa enflasyonun kaynakları değişti, toplumun hissettiği noktalar çeşitlendi, hayatın alışkanlıkları değişti. Değişmeyen; enflasyonu tek bir hikayeye sıkıştırma ısrarımız.
İki çalışma özellikle dikkatimi çekti: San Francisco FED’in “her enflasyon aynı değildir” diyen analizi ile Koç Üniversitesi’nin Hanehalkı Enflasyon Beklentisi araştırması. Biri akademik rapor, diğeri anket. Yöntem, kapsadıkları alan ve perspektifleri farklı… Bununla birlikte Türkiye’ye ışık tutan ortak bir noktaları var, o da enflasyon, aynı ülkenin içinde bile herkes tarafından farklı yaşanıyor. Sorunumuz da burada başlıyor. Farklı yaşanan bir meseleyi tek sesle anlatmakta ısrarcı olmak. Sorum; Türkiye enflasyonla mücadelede yeni bir dil kurmaya ne zaman hazır olabilir?
Enflasyon bir oran değil, bir ekosistem
San Francisco Fed’in çalışmasına yakından bakınca özellikle bir bulgu kendini çok güçlü biçimde ortaya koyuyor: kaynağına göre davranışı değişen bir ekosistem. Şöyle; bir enflasyon var ki, arz taraflı; enerji fiyatları, tedarik zinciri sıkıntıları, jeopolitik sarsıntılar belirliyor onu. Bu tür enflasyonda faiz artırmak tek başına çare değil. Sorun sizin içeride neye karar verdiğinizden çok dış dünyanın hareketlerinde. Bir başka enflasyon türü ise talep baskısından geliyor; içerideki tüketim iştahından, kredi genişlemesinden. Buna verilen tepki daha net, daha etkili ve kısa vadede sonuç alınabilir. Üçüncü tür, politika hatalarının yarattığı dalgalanmalar; dördüncü tür ise dış şoklar, pandemiler, savaşlar, küresel riskler.
Fed, enflasyonun kaynağını tanımlıyor, iletişimi de, politikayı da kaynağa göre ayırıyor. Biz, enflasyonda hangi damarının şiştiğine bakmadan aynı yöntemi uygulamaya çalışıyoruz. Karmaşık yapıyı topluma tek bir cümleyle açıklamaya çalışıyoruz. Kimse de o cümleden gerçeği çıkaramıyor. Sonra “neden düşmedi?” diye soruyoruz.
Kimse aynı enflasyonu hissetmiyor
Koç Üniversitesi’nin araştırması Türkiye’nin duygusal haritasını ortaya koyuyor. Sayılardan çok insanların zihinlerine ışık tutuyor: Bırakın aynı ülkede yaşayan milyonları, bazen aynı evdeki iki kişi bile farklı enflasyon duygularına sahip.
Hanehalkı araştırmasına göre kadınların enflasyon beklentisi daha yüksek. Türkiye’de alışveriş yükünün önemli kısmı hala kadınlarda. Fiyattaki en küçük değişimi, etiketlerdeki kıpırdamayı ilk onlar görüyor. Kadınlar toplumun erken uyarı sistemi. Beklentileri yüksek, kaygıları belirgin.
Bir başka bulgu; eğitim seviyesi düştükçe tasarruf eğilimi artıyor. Tasarruf yapabilme gücü yüksek olmadığı için de ekonomik travma daha kuvvetli hissediliyor. Yani dar gelirli yalnızca fiyat artışını değil, umutsuzluğu da yaşıyor.
En çarpıcı veri ise Türkiye’de insanların enflasyon algısı, enflasyon beklentisinden daha yüksek.
Toplum geçmişte yaşadığı ekonomik sarsıntıları geleceğe taşıyor. Enflasyon ekonomik bir gösterge olmaktan çok, kolektif hafızanın parçası olmuş. Bu nedenle bir kesimin “durum iyileşiyor” dediğini, bir diğerinin “hayır kötüye gidiyor” diye yanıtlaması yalnızca ekonomik farklılıklarla açıklanamıyor. Toplumsal duygu hali, enflasyonu veriden önce şekillendiriyor.
İletişim açığı: Türkiye’nin en görünmez ekonomik sorunu
Beklenti dediğimiz şey teknik bir gösterge değil; insanların duyduklarına ve anladıklarına bağlı bir psikoloji. Türkiye’de enflasyonla mücadelede iletişim stratejisi yok, başka alanlarda da yok ya... Ne demek istiyorum; veriler değişiyor, anlatılan değişmiyor.Politikalar farklılaşıyor, gerekçeler aynı tonla aktarılıyor. Toplum kesimleri farklı enflasyon deneyimleri yaşıyor, iletişim tek boyutlu kalıyor. Beklenti ancak doğru anlatıldığında yönetilebilir. Sorun çeşitliyse, anlatım da çeşitli olmalı. FED bunun için modeli yıllar önce oluşturmuş. Biz herkesin aynı hikayeye inanmasını bekliyoruz.
Enflasyon bir hastalıksa…
Enflasyonu sağlık metaforuyla düşünecek olursak, enflasyona yaklaşım çoğu zaman “tek ilaç herkese yeter” mantığıyla ilerliyor. San Francisco FED’in ayrımı burada çok değerli. Arz kaynaklı enflasyonun dili başkadır, talep kaynaklı olanın dili başka.Birinde sakinleştirmek gerekir, diğerinde kararlılık mesajı vermek. Birinde dış nedenleri net anlatmak gerekir, diğerinde iç politikaların tutarlılığını göstermek. Türkiye’de kamuoyuna verilen mesaj çoğu zaman karmaşık, bazen muğlak, bazen fazla teknik, bazen fazla yüzeysel kalıyor.
Aynı ülkeden enflasyon hikayeleri
Kadınların hikayesi market raflarında. Gençlerin hikayesi ev kuramama kaygısında. Dar gelirlinin hikayesi ay sonuna yetişememe korkusunda. Tasarruf sahibinin hikayesi kur oynaklığında.
Eğitim seviyesi düşük olanların hikayesi belirsizlik duvarında. İş dünyasınınkine girmedim… Orada da ihracatçının ayrı, tarım farklı, sanayi bambaşka…böyle uzuyor gidiyor.
Bu kadar farklı hikaye varken, “enflasyon düşüyor/düşmüyor” cümlesi kime hitap edebilir? Herkes kendi hikayesini duyuyor, kendi penceresinden görüyor. Enflasyon aynı anda birden fazla gerçeğin parçasıysa, anlatım da o gerçeğin parçalarına göre kurgulanmalı.
Türkiye ekonomiyi yanlış yerinden tutuyor
Bu yazının temel sorusu Türkiye enflasyonla ilgili neyi yanlış anlatıyoruz? Cevap basit; her şeyi tek bir noktaya sıkıştırıyoruz. Bu arada, enflasyona tutkumuzun gözümüzü kör ettiğni söylemedim dahi. Öyle ki başka bir şey görmüyoruz.
Toplumun beklentisi değişiyor, biz aynı dili kullanıyoruz. Bir ülke, ekonomik gerçekliği iletişim gerçekliğine taşıyamıyorsa sürdürülebilir bir iyileşme yakalayamaz.
Çok sesli soruna çok sesli iletişim
Türkiye enflasyonu düşürmek istiyorsa önce enflasyonun anlatımını değiştirmeli. Beklenti grafiğini aşağı çeken politikalar; güven, öngörü, şeffaflık, hedef ve yol haritasının netliği.
Enflasyonla mücadelenin yarısı teknikse, yarısı zihinsel. Toplumu o zihinsel zeminde yeniden inşa etmek için de iletişim gerekiyor. Türkiye’nin en kritik eksiği ekonomiyi yönetirken iletişimi ihmal etmek. Bir de susmak. Sustukça unutulacaklarını sanan yöneticiler, buldukları her mikrofona konuşanlar kadar klişe.
Bu yazıyı enflasyonun yalnızca verilerden ibaret olmadığını; toplumun duygusunu, beklentisini, kaygısını, umudunu kapsayan çok katmanlı bir mesele olduğunu hatırlatmak; enflasyonun bir sayı değil, bir ses, bir duygu, bir alışkanlık, bir davranış biçimi olduğunu anımsatmak üzere yazdım. Umarım daha fazla öne çıkar, aklı selimle savunuruz.