Çok genel çizgileriyle söylersek, Atatürk’ün zihni modeli, Endüstri Devrimi’nin olgunlaştığı ve çoğaldığı bir döneme denk düşer. İmparatorlukların gerilediği, ulus devletlerin yükselen değer haline geldiği bir zaman kesitinde, sürekli gerileyen bir imparatorluktan “yeni bir ulus devlet inşa etme” o zihni modelinin çekirdeğidir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun her yerinde “etnik köken odaklı bağımsızlık” arayışları, İngiltere öncülüğünde kurulan, değişik çıkarlara göre değişik “ittifaklar” oluşturan Batı’nın meydana getirdiği dünya düzeninin desteğine sahipti. Atatürk, Balkan Savaşları’nın yakıcı ateşinde pişmiş, Birinci Dünya Savaşı’nın “hakim güç odaklı oyunlarını” yaşayarak deneyimlemiş, zihninde şu düşünce netleşmişti: Yeni bir ulus devlet oluşturarak, ulusal bağımsızlığımızı koruyan ve çağdaş uygarlık düzeyini yakalayan yeni bir yapılanmaya gitmeliyiz. Bu düşünce vazgeçilmez ideale, yaratmak istenen sonuca dönüşmüştü.
Bağımsızlığını koruyan ulus devlet, geçmişte denenmiş inanç-odaklı ve ırk-odaklı düzen üzerine kurulamazdı. Bu iki yaklaşım, ilk devletlerin kuruluşundan bu yana değişik toplumlar tarafından denenmiş, hedeflenen barış ve refahı yaratamamıştı. Ayrıca, bir imparatorluk artığı olacak ulus devlet inşasında, değişik inanç ve o inançların mezhepleri dikkate alındığında, çok değişik etnik kökenli insanların yeni bir ulus devlet inşasında yer alacağı belli iken “inanç-odaklı bir düzen” sürdürülebilir bir yapı oluşturamazdı.
Irk ve inanç odaklı düzen arayışı yerine, bütün inançlara ve ırklara eşit mesafede duran, demokratik ve laik değerler üzerine bir ulus devlet oluşturulmalıydı.
Yeni dünya düzeni
Bugün bütün dünya “yeni dünya düzeni” arayışında. Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş aşamasında zihni modelini oluşturan varsayımları yeni düzen arayışları için de ciddi birikim oluşturabilir.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında oluşan Batı’nın liberal, demokratik, temel insan haklarına dayalı anlayışını aşındırdı. Çıkarları öne çıkaran iç tutarsızlık sistemi çıkmaza soktu. Gelişmeler, özellikle Çin’in önderlik ettiği platformlarda, “egemen eşitliği”, “uluslararası hukukun üstünlüğüne”, “çok taraflılık uygulamalarına”, “insan-merkezli yaklaşımlara” ve sürdürebilirlik için “işleyen kurumlara dayalı somut adımlar atmaya” yönelik bir küresel işbirliğine dayalı yeni dünya düzeni arayışını öne çıkarıyor.
İster Batı değerleri revize ederek öne çıksın, isterse Çin çağrılarıyla “yeni bir uygarlık anlayışı odağı” oluşturulsun; ülkemiz Atatürk ve arkadaşlarının yaşama taşıdığı “kurucu değerleri” kaldıraç olarak kullanabilir.
Teknolojik gelişmeler, iş süreçleri ve işgücü oluşumları yeni bir “kent uygarlığı” yaracaktır: Bu uygarlık, birbirimizi yakından gözleme imkanı yaratmaktadır. Kent uygarlığının kendine özgü kültürü oluşmaktadır. Geçmişte kültürün yarısını oluşturan ırk ve inanç odaklı değerler, yeni kültür oluşumunu besleyebilen özelliklere sahip değildir. Maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırma temel ilkesi üzerine toplumsal sözleşmeler oluşturulacak, işleyen kurumlara dayalı yapılarla gelecek inşa edecek bir alan oluşmaktadır.
Atatürk ve arkadaşlarının birikimi, iyi yönetebilirsek, yeni dünya düzeninin oluşması, olgunlaştırılması ve çoğaltılmasında toplumumuzun işini kolaylaştıracaktır. Atatürk’ü bir de bu açıdan okumaya çalışırsak, yeni dünya düzeninde sağlıklı bir konumlanma yapabiliriz.
