SEZGİN ERÖZBAĞ - ABB ASKİ Genel Müdürlüğü - İç Denetim Birimi Başkanı
Türkiye, coğrafi yapısı gereği çok sayıda akarsu ve dere yatağına ev sahipliği yapmaktadır. Bu doğal suyolları, ekosistemlerin dengesi, yeraltı sularının beslenmesi ve biyolojik çeşitliliğin korunması açısından hayati bir role sahiptir. Ancak hızlı kentleşme ve plansız yapılaşma, bu doğal alanları tehdit etmektedir.
Özellikle dere yataklarının imara açılması, kısa vadede ekonomik kazanç gibi görünse de, uzun vadede çevreye, ekosisteme ve en önemlisi insan hayatına geri dönüşü olmayan zararlar vermektedir.
Dere yataklarının imara açılması aşağıda maddeler halinde ele alınmaya çalışıldığı üzere adeta felakete davetiye çıkarmaktır.
1) Sele davetiye çıkarmak
Dere yataklarının en önemli fonksiyonlarından biri, yoğun yağışlar sırasında suyun taşmasını önleyerek fazla suyu tahliye etmektir. Bir dere yatağına bina yapıldığında, suyun doğal akış yolu daralır veya tamamen engellenir. Bu durum, şiddetli yağışlarda suyun hızla yükselmesine ve kontrolsüz bir şekilde çevreye yayılmasına neden olur. Dere yataklarına inşa edilen yapılar, sel sularının önünde birer bariyer görevi görürken, sellerin yıkım gücünü artırır ve can ile mal kaybı riskini katbekat yükseltir. Son yıllarda yaşadığımız birçok sel felaketinin temelinde, dere yataklarına yapılan hatalı ve kontrolsüz yapılaşmalar yatmaktadır.
2) Ekosistemin ve biyoçeşitliliğin bozulması
Dere yatakları, sadece suyun akışını sağlayan kanallar değildir, aynı zamanda birçok bitki ve hayvan türü için yaşamsal öneme sahip sulak alan ekosistemlerinin bir parçasıdır. Bu alanlar, kuşların göç rotaları üzerinde mola verdikleri, balıkların üredikleri ve birçok canlının barındığı doğal yaşam koridorlarıdır. Dere yataklarının imara açılması, bu ekosistemlerin tahrip olmasına, habitat kaybına ve dolayısıyla biyoçeşitliliğin azalmasına yol açar. Betonlaşan alanlar, suyun toprağa sızmasını engellediği için yeraltı su kaynaklarının da beslenmesini olumsuz etkiler.
3) Altyapı ve yapı güvenliği sorunları:
Dere yatakları, zeminin taşıma kapasitesi açısından genellikle riskli alanlardır. Bu bölgeler, gevşek alüvyonlu toprak yapısına sahip olabilir ve sel suları nedeniyle zemin sıvılaşması riski taşıyabilir. Bu tür zeminler üzerine inşa edilen yapılar, uzun vadede temel sorunları, çatlaklar ve hatta yıkılma tehlikeleriyle karşı karşıya kalabilir. Ayrıca bu bölgelerdeki altyapı sistemleri, sel suları nedeniyle sık sık zarar görür ve bölgenin hizmet kalitesini düşürür. Yüksek maliyetli altyapı onarımları ve sürekli devam eden riskler, bu alanların yapılaşmasının ne kadar mantıksız olduğunu gözler önüne serer.
Sonuç olarak; doğaya kulak vermek zorundayız. Dere yataklarının imara açılması, doğanın bize sunduğu en önemli korunma mekanizmalarından birini yok saymaktır. Bu tür kararlar, kısa vadeli çıkarlar için uzun vadeli ve kalıcı felaketlere davetiye çıkarmaktan farksızdır. Dere yataklarının imara açılmasının getireceği zararlar, inşaat maliyetlerinin ve potansiyel ekonomik getirilerin çok ötesinde, telafisi mümkün olmayan can ve mal kayıplarını içerir.
Bu nedenle kent planlamasında ve yapılaşma kararlarında dere yatakları ve taşkın alanları hassasiyetle korunmalıdır. Bu bölgeler, kentlerin akciğeri ve doğal afete karşı sigortası olarak görülmeli ve yapılaşmaya kesinlikle kapalı tutulmalıdır. Unutmamalıyız ki, doğayla uyum içinde yaşamak, sürdürülebilir ve güvenli bir gelecek inşa etmenin tek yoludur.