Türkiye’de üretim-tüketim dengesi hâlâ bozuk; tüketim artarken üretim geride kalıyor. Ekonomide sosyal ve finansal riskleri büyütüyor. Reel faiz artırımı yapıldı ama tüketim hâlâ üretimin önünde; dengenin sağlanması için ek politikalar şart.
Peki, şimdi ne diyeceğiz? “Bakın faizler yükselince bir düzelme olmadığına göre, demek ki; sebep 2021 sonunda başlayan negatif reel faiz politikası değilmiş” diyebilir miyiz?
Son yazıda burada kalmıştık. Devam edeyim…
Hayır diyemeyiz. 2021 sonunda başlayan negatif faiz politikası, yanlış bir zamanda ve yanlış bir ortamda tercih edilen bir yoldu. Kur sıçradı, bunu dizginlemek için uygulanan KKM bambaşka bir yük yarattı, döviz satışları ile rezervler eksiye indi, enflasyon yükseldi, gelir dağılımı bozuldu, gayrimenkul bir yatırım aracına dönüştü ve mülk fiyatları ve kira bedelleri hızla arttı.
Bu gidişatı tersine çevirmek, yeniden normallerimize dönmek için yapılması gerekenlerden ilki reel faizin yeniden pozitife çekilmesi ve TL’ye güveni yeniden sağlamaktı. Bu yapıldı. Ancak ani ve büyük adımlar yerine zamana yayılan bir faiz artırımı döngüsü tercih edildi. Muhtemelen bunun nedeni ekonomik aktiviteyi bir anda durdurmamak, işletmeleri ani bir faiz artışının yıpratıcı etkilerinden korumaktı. Bence bu amaca ulaşıldı ancak bunun da bir yan etkisi vardı. Tüketim istenen hızda yavaşlamadı, enflasyonda beklenen gerileme gecikti. Bu nedenle faiz indirim süreci de geç başladı. Bu gecikmede yine önceki dönemde, bir yanlışı başka bir yanlış ile düzeltmeye verilebilecek güzel bir örnek olarak uygulamaya giren yüzde 25’lik kira artış sınırının doğru bir kararla kaldırılmasının da etkisi oldu. Faiz indirim süreci geç başladığı için sanayiciler (çok haklı olarak) zorlanmaya başladı. Unutmadan ekleyeyim: Mart ayındaki dalgalanma da faiz indirimlerini geciktirdi. Bu süreç olmasaydı, şu anda muhtemelen 7-8 puan daha düşük bir faiz düzeyine inmiş olabilirdik.
Yapılması gerekenlerden ilki reel faizin yeniden pozitife çekilmesiydi ama ancak sorunların çözümü için kullanılması gereken tek ilaç sıkı para politikası değildi. Kamu harcama politikasında, gelirler politikasında değişiklikler gerekiyordu. Bu konuda yapılanlar yeterli olmadı. Vergi sistemimizde önemli bir değişiklik yapılmadı. Kamu harcamalarında bir tasarrufa gidildiğini büyüme verilerinde görüyoruz ancak bu tasarrufun topluma anlatılmasında, “bakın biz de devlet olarak bunu yapıyoruz” gibi beklentileri yönlendirecek ve kamunun enflasyonla mücadelesini öne çıkaracak iletişim boyutunun eksik olduğunu düşünüyorum.
Faizlerin uzunca bir süre yüksek kalması sayesinde yüksek servet sahipleri mevduatlarına iyi faiz getirisi aldı. Altın fiyatlarındaki yükseliş de benzer bir etki yarattı. Henüz tam olarak sayısallaştıramadığımız Bitcoin ve kripto para yatırımcılarımızın getirileri de son 1-2 yılda yükseldi.
Bu üç grubun başını çektiği büyük bir kitle, yüksek kredi faizi olan bu ortamda nakit ile konut satışlarında rekor kırılmasını, toplumun büyük kesiminin hayat pahalılığı şikayetlerine rağmen otomobil satışlarının rekor kırmasını, perakende satışlarda güçlü artışın devam etmesini sağlıyor.
Peki perakende satış endeksindeki güçlü seyri, perakendenin tüm sektörlerinde görüyor muyuz? Hayır. Gıda, tekstil ve giyim, ev aletleri hırdavat mobilya gibi sektörlerde ılımlı bir seyir var. Tüketimin güçlenerek arttığı sektörler ise elektronik ürünler ve internet üzerinden yapılan alışverişler.
Dolayısıyla sıkı para politikası liderliğinde sürdürülen dezenflasyon süreci nüfusun ve ekonominin belirli bir bölümünde etkisini gösterirken, başka bir bölümünde hiç de etkili olmuyor. Bu nedenle üretim ve tüketim arasındaki fark açılıyor; ekonomideki kısmi yavaşlamanın üretim üzerindeki etkisi tüketim üzerindeki etkisinden daha sert hissediliyor.