Türkiye’de kayyım tartışmaları yeni değil; Saadet’ten MHP’ye uzanan örneklerin ardından şimdi CHP sahnede. Yargının tartışmalı kararları kadar, CHP’nin kendi içindeki bölünmüşlük ve ‘öteki yarıyı dışlama’ anlayışı da partiyi çıkmaza sürüklüyor.
CHP ve kayyım meselesi gündemin ana konusu… Hukukçular, siyasetçiler ve her şeyi bilenler televizyon ekranlarında yaşananların nasıl bir “hukuksuzluk” olduğunu anlatıyorlar. Sanki Türkiye’de ilk kez bu süreçler yaşanıyor gibi…
Oysa çok uzağa değil şöyle 2010 yılına kadar uzansak bir başka kayyım hikâyesini de hatırlarız sanırım.
2010 yılının Temmuz ayı sonunda Oğuzhan Asiltürk’ün şikayeti üzerine açılan davaya bakan 21. Asliye Hukuk Hakimi Ahmet Metin Tözün, Saadet Partisi’nin olaylı geçen kongresi için ihtiyati tedbir kararı vermek ve kongre evraklarına el koymak üzere polis eşliğinde Genel Merkez’de arama yapmıştı.
Açılan davalarda, kongrede usulsüzlük yapıldığı, Saadet Partisi’nin mevcut yönetiminin de bu yüzde hukuken geçerli olmadığı iddia edilerek partinin davalar sonuçlanana kadar kayyuma devredilmesi ve kayyum tarafından yönetilmesi istenmişti.
Davada karar Eylül ayında çıktı. Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi, SP yönetiminin kayyuma devredilmesine karar verdi.
2017’de de benzer bir başka olay yaşandı. Hatırlayacaksınız…
20 Haziran 2017’de Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, Milliyetçi Hareket Partisi'nde (MHP) muhaliflerin 19 Haziran 2016'da düzenlediği olağanüstü genel kurulun iptaline karar verdi.
Mahkeme, kurultayda alınan kararları da geçersiz saydı. Muhaliflerin düzenlediği kurultay ile ilgili olarak parti yönetimine yakın bir isim dava açmıştı. Mahkeme kararının ardından Meral Akşener, Sinan Oğan ve Ümit Özdağ MHP’den ihraç edilmiş, bunun sonunda da İYİ Parti kurulmuştu.
Dönelim bugüne…
İktidarın CHP’ye karşı başlattığı adına operasyon ya da başka bir şey dense de bir hareket olduğu görülüyor. Bu çerçevede yargı kararları da sonuna kadar tartışılabilir. Fakat bir de CHP’nin kendi içinde bir durum var. Bütün bu olayların başlamasına neden olan CHP’lilerin başvuruları değil mi?
Türkiye’de parti amblemi fark etmeden iktidara sahip olanların otokrat bir yönetim anlayışı sergilemiyor mu? CHP’de de erke ve iktidara sahip olanlar da diğer partilerde olduğu gibi otokrat bir uygulamanın takipçisi olmuyor mu?
Bu soruları araştırma şirketi İntegral’in Genel Koordinötürü Ümit Yaldız şöyle yanıtlıyor:
“Özgür Özel Kurultay’da Genel Başkanlığı 18 oyla kazandı ilk turda. O da, anlaşılıyor ki İstanbul’un yoğun ablukasıyla, gücüyle, kuvvetiyle oldu. İstanbul kongresinin seyri değişmesiydi Özgür Özel’in kazanması olası değildi. Özgür Özel göreve geldiği zaman onu bir sınav bekliyordu. Özgür Özel o sınavı veremedi. Ekrem İmamoğlu da o sınavı veremedi. 18 oyla kazanmışsınız. Parti karpuz gibi ikiye bölünmüş. Yarısına sahipsin. Diğer yarısı size oy vermemiş. O diğer yarısını dışladılar. O diğer yarısına yaşam hakkı tanımadılar. O diğer yarısını partinin ilgili kurullarına taşımadılar. Belediye başkanı yapmadılar. Belediye meclis üyesi yapmadılar. Muhtar bile yapmadılar kendilerine oy vermeyenleri. Ekrem İmamoğlu bütün yakın çalışma arkadaşlarına ilçelerde belediye başkanı yaptı.
Özgür Özel partinin iki yakasını bir araya getirmedi. Getiremedi demiyorum. Getirmedi. Getirmeyi tercih etmedi. Biz iktidardaysak bizim adamlarımız da iktidarda olacak anlayışı CHP’yi bugün bu duruma sürükledi. Ama siz daha en baştan örgütleri kucaklasanız, sonra belediye başkanlarını belirlerken bu bana muhalifti, diğeri değildi bakmadan kim liyakat sahibi, kim emek sahibi diye bakarak onları seçmiş olsanız bugün bunlar olmazdı.”
Gelelim son duruma… İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi, Yüksek Seçim Kurulu’na ait yetkiyi gasp ederek “tedbiren” hem İstanbul’a “çağrı kurulu”, yaygın deyimle kayyım atamış hem de ilçe kongrelerinin yapılamayacağına karar vermişti.
CHP’nin itirazı üzerine YSK şu iki kararı verdi:
- İlçe seçim kurullarının başlayan kongre sürecini durdurmasına ilişkin almış olduğu kararlar tam kanunsuzluk nedeniyle kaldırılmış ve kongrelerin kaldığı yerden devamına karar verilmiştir.
- CHP'nin, il yönetimine ilişkin alınan karara yönelik yapmış olduğu itiraz ise reddedilmiştir."
Yani İstanbul’da kayyım devam edecek fakat kongreler yapılabilecektir.
Açıkça bellidir ki, YSK, Asliye Hukuk’un meşru delegelerle kongre yapılmasını durdurma kararı vermesini ve bunu İlçe Seçim Kurulları’na tebliğ etmesini “tam kanunsuz” saymıştır.
Yani, İstanbul’da delegeler, olağanüstü il kongresi yaparak Özgür Çelik ve arkadaşlarını yeniden seçebileceklerdir.
Peki, bu durum karşısında parti yönetiminin bulduğu çözüm ne?
İstanbul İl Binasını kapatmak…
Eh, 15 Eylül’den sonra da korkulan olursa Genel Merkezi kapatırlar artık!
Daha bir yıl önce iktidarla “barışmayı” bir politika olarak savunanların kendi partilileri ile barışmayı düşünememesi de bir garip!