Sevgili okur, Bu yazı dizisinin ilkinde gençliğin bir etkinlik değil, politika meselesi olduğunu; ikincisinde ise eşitlikçi, katılımcı ve öğrenme temelli yapılarla gençlerin sisteme nasıl ortak edilebileceğini konuştuk. Şimdi son yazıya geldik ve belki de en derin, en gözden kaçan başlıkla karşı karşıyayız: Topluluk.
İş arayan, okuyan, mezun olan, kendi yolunu bulmaya çalışan gençlerin çoğunun ortak bir hissi var: Yalnızlık ve değersizlik. Bu duygu bazen adını koyabilecek kadar görünür, bazen sadece içe sinmiş bir eksiklik hali. Ama yaygın. Hatta kronik. Gençlerle yapılan çalışmalarda, birçok genç bunu “bir yere ait olmamak”, “görülmemek”, “tek başına çabalamak” olarak tarif ediyor. Ve bu yalnızlık hali, istihdamdan eğitime, öğrenmeden üretime kadar her alana sirayet ediyor. Artık mesele sadece iş bulmak değil; değer görmek, birlikte olmak ve kendini bir bütünün anlamlı parçası olarak hissedebilmek. Bu yüzden özel sektörün gençlik stratejisi yalnızca “program sunan” değil, topluluk kuran, aidiyet inşa eden, eşit ilişki geliştiren bir yapıya dönüşmeli. Çünkü gençler yalnızca eğitime ya da işe değil, kendileriyle ve birbiriyle bağ kurabilecekleri alanlara ihtiyaç duyuyor.
Topluluk meselesi süslü bir iletişim kampanyası değil. Bu, sabırla örülen bir yapı, bir süreç inşası. Kolay değil ama çözüm yolu buradan geçiyor. Gençler özel sektörün yalnızca finansal destek sunduğu bir paydaş değil; onun kültürünün, ilişkisinin, dünyaya bakışının da bir parçası olabildiklerini hissetmeli. Bunu sağlayacak olan da, gençleri pasif hedef değil aktif kurucu kabul eden topluluk modelleri.
Bu, farklılıkları yok sayan değil, onları görünür kılan topluluklar kurmakla mümkün. Gençlerin sadece aynı başarıya ulaşma yarışında değil, aynı ihtiyaçta, aynı duyguda buluşabilecekleri yerler... Prestij oyunlarına değil, güç ilişkilerinden arınmış eşitlikçi alanlara ihtiyaç var. “Staj için deneyim” isteyen sistemin saçmalığından çıkıp, genci bir öğrenen olarak, bir potansiyel olarak tanımaya dönmeliyiz. Çünkü mesele artık birkaç eğitim ya da atölye götürmek değil; derinlemesine emek vermek.
Yarışın değil gelişimin, ezberin değil etkileşimin olduğu bir yapı... Gençlerle çalışmak yalnızca onlar için değil, onlarla birlikte öğrenmeye açık olmayı da gerektiriyor. Bu yüzden ”yetişkinliğin” “ben bilirim” pozisyonunu bırakmak, gençlere farklı gelen şeyleri kötü diye değil; dönem, bağlam ve ihtiyaç üzerinden değerlendirmek gerekiyor. Çünkü bugün gençlerle kurulan bağ, sadece bugünü değil geleceği de belirliyor.
Gençlerin hikâyelerini dinlemek, izlemek değil; onlarla çalışmak, öğrenmek, üretmek gerekiyor. Alanın uzmanlarıyla birlikte, sonuç odaklı, kalıcı etkiyi gözeten, aidiyet kurmaya davet eden sistemler kurmak artık zorunlu. Bu yalnızlık döngüsünü kırmak için, farklı topluluk programlarını çoğaltmak şart. Herkesin kendine yer bulabileceği, kendini anlatabileceği, kendisi olabileceği alanlar...
Bu bir eylem silsilesi. En önemlisi de bu eylemler gençlerle birlikte tasarlanmadıkça, hiçbir çözüm kalıcı değil. Gençliğin yalnızlığına, yabancılığına karşı verilecek en güçlü cevap: yan yana durma iradesidir.
Çünkü şimdiye kadar yapılanlar yetmedi. Hadi gelin bundan sonrasını yan yana emek vererek hep birlikte başka şekilde inşa edelim. Gücü değil birlikte güçlenmeyi seçelim. Gençlerin yok olduğu değil öğrendiği, öğrettiği, serpildiği, ifade ettiği, dijitalle kurduğu ilişkiyi başka bir noktaya taşıyabildiği bir iş dünyası var edelim!