Maalesef iş dünyası, başka ülkelerde görülmeyen ekonomik gelgitlere maruz kaldı. Yine de ayakta kalma mücadelesinde şimdiye kadar güçlü durabildi.
Geçtiğimiz günlerde 300 civarında tekstil ve hazır-giyim şirketinin konkordato ilan ettiğine yönelik açıklamalar duyduk. Bu konuya tek bir pencereden bakarsak hatalı yorum yapabiliriz. Mümkün olduğu kadar farklı boyutlardan değerlendirmeye çalışalım.
Hepsinden önce şu tespiti yapmamız gerekiyor: İster bir olsun ister bin, şirketlerin konkordatoya gitmesi, zor duruma düşmesi üzüntü verici. Maalesef iş dünyası, başka ülkelerde görülmeyen ekonomik gelgitlere maruz kaldı. Yine de ayakta kalma mücadelesinde şimdiye kadar güçlü durabildi. Bizde yaşananlar başka bir ülkede yaşanmış olsaydı, çok daha yıpratıcı ve ağır etkileri olurdu.
İmalat sanayi işletmelerinin beşte biri tekstil ve hazır giyimde
Türkiye’de tüm imalat sektörleri içinde, işletme sayısı açısından en büyük olanı tekstil ve hazır-giyim. 450 bine yakın imalat sanayi işletmesinin beşte biri, yani 90 bini tekstil ve hazır giyim imalatı yapıyor. Dolayısı ile konkordato ilan edenler, iflas edenler, çeklerini ödeyemeyenlerin tekstil ve hazır giyimde yoğunlaşmış olması, firmaların sektörel dağılımları ile uyumlu bir sonuç olurdu. Başka bir ifadeyle, sadece konkordato verisine bakıp, en ağır durumda olan sektörün tekstil ve hazır giyim olduğunu söyleyemeyiz.
Sağduyulu düşünelim. Ülkemizdeki sanayi işletmelerinin beşte birinin tekstil ve hazır giyimde faaliyet göstermesi hakkında ne diyorsunuz? Sizce de normal denmeyecek kadar yüksek bir oran değil mi? Sayıca en güçlü olduğumuz bu sektör, emek-yoğun ve tamamına yakını orta-düşük ve orta-yüksek teknoloji düzeyinde üretim yapan firmalardan oluşuyor.
Son yıllarda asgari ücrette enflasyon üzerinde yapılan artışlarla sektördeki işgücü maliyetlerinde ciddi artışlar oldu. Bunun üzerine son iki yılda TL’de yaşanan nispi değerlenme eklendi. Son olarak iç talepte ve ihracatta yavaşlama başladı. Krediye ulaşma sorunu ve yüksek kredi faizleri de süreci hızlandırdı. Ancak sektör mensupları, sorunların sebeplerini sadece kendileri dışındaki faktörlere bağlamaktan vazgeçmeli.
Türkiye’deki girişimciler; genellikle, parlamaya başlayan sektörlerde hızla yoğunlaşır. 80’lerde, 90’larda ve 2000’lerin başında tekstil ve hazır giyimde işler iyi giderken bu alanda faaliyet göstermeye başlayan işletmelerin sayısında da patlama oldu. Bunda, hazır giyim yatırımlarının düşük bir sermaye ile yapılabilmesinin de katkısı vardı. Sonuçta sayı 90 bini aştı. Acaba iç ve dış talep potansiyeli dikkate alındığında bu kadar fazla işletme ile atıl bir kapasite yaratılmış oldu mu?
Düşünmemiz gereken bir husus da rekabet. Sektör genel anlamda kendine rakip olarak hangi tarafı seçti? Avrupa ve ABD’deki markaları mı, yoksa bunlara ucuz ürün sunmaya çalışan Asya ülkelerini mi? Elbette ağırlıklı cevap ikincisi. Kişi başına gelirin (öyle ya da böyle) hızla yükseldiği bir ülkede, uluslararası rekabetin sert olduğu ve emek-yoğun bir sektörde faaliyet gösteriyor ve kendinize rakip olarak maliyetlerin düşük olduğu ülkeleri seçiyorsanız, akıbetiniz pek parlak olamaz.
Dipnot olarak şunu da ekleyelim. Suriye’den ve Afrika ülkelerinden gelen sayısını bilmediğimiz çok sayıda insan bu işletmelerde kayıt dışı istihdam edildi. Suriyeliler ülkelerine dönmeye başlayınca çalışanlarını kaybeden bazı hazır giyim imalathanelerinin TV haberlerine konu olduğunu da hatırlıyoruz.
Kaynaklar 30-40 yıl sonrasının gereklerine göre tahsis edilmeli
Türkiye kendini ekonomi klasmanında üst liglere taşımak istiyorsa, sektörel yapılanmasını yeniden planlamalı. Sanayimizin beşte biri tekstil ve hazır giyimci iken bunu yapamayız. Bu, tekstil ve hazır giyimden çıkalım anlamına gelmiyor. Ama kaynaklarımızın dağılımını günümüzün değil, 30-40 yıl sonranın gereklerine göre tahsis etmeliyiz. Zincirin gücünü sürekli olarak en zayıf halkaya göre ayarlarsak, bu zincir hiçbir zaman güçlenemez.