DİDEM ERYAR ÜNLÜ
1991 yılından bu yana her sene Stockholm’de düzenlenen Dünya Su Haftası platformu, küresel su sorunlarını tartışmaya açıyor. Ancak bu tartışmalar artık yalnızca “gelecek nesillerin” değil, bugünün meselesi. Çünkü Türkiye de dahil olmak üzere pek çok ülke, ciddi bir su stresi ile karşı karşıya.
TÜİK verileri Türkiye’de kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarının bin 313 metreküpe gerilediğini gösteriyor. Bu rakam, bin- bin 700 metreküp aralığında tanımlanan “su stresi” seviyesine işaret ediyor. Bir başka ifadeyle, Türkiye artık su zengini değil.
Kuraklık ve yağış rejimlerindeki değişim, baraj doluluk oranlarını doğrudan etkiliyor. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirler her yaz su kıtlığı riski ile yüz yüze geliyor. Üstelik tarımda kullanılan suyun yüzde 50’sine yakını sulama sistemlerindeki kayıplarla boşa gidiyor.
Dünya Su Haftası’nda dile getirilen “suya dayanıklı gelecek” kavramı, Türkiye için bir uyarı niteliğinde. Akıllı tarım teknikleri, damla sulama sistemleri, gri su geri kazanımı gibi teknolojiler artık lüks değil, zorunluluk. Suyu tasarruflu kullanmak bireylerin sorumluluğu kadar, kamu otoritelerinin ve iş dünyasının da önceliği olmak zorunda. Türkiye’nin geleceğini güvence altına almak istiyorsak, suya bakış açımızı kökten değiştirmeliyiz. Çünkü susuzluk, yalnızca bir çevre sorunu değil; gıda güvenliğinden ekonomiye, sağlıktan toplumsal huzura kadar her alanı etkileyecek bir kriz.
Yüzyılın stratejik meselesi
Su, sadece bugünün değil, yüzyılın stratejik meselesi haline geldi. Birleşmiş Milletler verilerine göre bugün 2,2 milyar insan temiz içme suyuna ulaşamıyor. 2030 yılına gelindiğinde ise dünya nüfusunun yarısının ciddi su kıtlığı riski altında olacağı öngörülüyor.
1991’den bu yana düzenlenen Dünya Su Haftası, bu krizi çözmek için dünyanın dört bir yanından bilim insanlarını, karar alıcıları, özel sektör ve sivil toplumu bir araya getiriyor. Gıda güvenliği, sağlık, tarım, teknoloji, biyolojik çeşitlilik ve iklim krizi… Hepsinin ortak paydası su. Küresel ölçekte karşı karşıya olduğumuz tablo endişe verici. Afrika’da her gün milyonlarca kadın ve çocuk, yalnızca birkaç litre temiz suya ulaşabilmek için saatlerce yol yürümek zorunda kalıyor. Güney Asya’da yeraltı su seviyeleri hızla düşüyor. Amerika ve Avrupa’da bile aşırı sıcaklıklar ve kuraklık, tarımsal üretimi tehdit ediyor.
Bu yıl Dünya Su Haftası’nın teması “suya dayanıklı gelecek.” Bunun anlamı, yalnızca yeni barajlar inşa etmek değil; suyun korunması, yeniden kullanımı, adil dağıtımı ve iklim krizine karşı dayanıklı altyapılar kurmak. Çözümler, ulusal sınırların ötesinde küresel iş birliği gerektiriyor. Sonuçta su, ne yalnızca bir ülkenin ne de bir kıtanın meselesi. Su, hepimizin ortak geleceği. Ve geleceği korumak için en kıymetli kaynağımız olan suyu bugün yeniden tanımlamamız gerekiyor.
İklim değişikliği yağış rejimlerini alt üst ediyor
İklim değişikliği tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de yağış rejimlerini alt üst ediyor. DSİ verilerine göre, Türkiye genelinde barajların doluluk oranı 2024 yazında yüzde 45–50 seviyelerine kadar geriledi. İstanbul’da bu oran uzun süre yüzde 35’in altına indi; Ankara ve İzmir’de de kritik eşiklere yaklaşıldı. Yaz aylarında artan tüketim, sanayi ve tarımda yoğun su kullanımı ile birleşince, büyükşehirler her yıl “acaba bu yaz su kesintisi olur mu?” endişesiyle karşı karşıya kalıyor. Barajlara olan aşırı bağımlılığımız, su yönetiminin ne kadar kırılgan olduğunu açıkça gösteriyor.
Tarımda kullanılan suyun yüzde 50’si boşa gidiyor
Tarımda kullanılan suyun yaklaşık yüzde 50’si, hâlâ açık kanal sulama sistemlerindeki kayıplarla boşa gidiyor. Oysa akıllı sulama teknikleri, damla sulama sistemleri ve gri su geri kazanımı gibi çözümlerle bu kayıpları azaltmak mümkün. Suyun her damlası, artık ekonominin ve toplumun geleceğini belirleyen stratejik bir değer taşıyor.
Dünya Su Haftası bize şunu hatırlatıyor: Su, yalnızca çevresel bir mesele değil; aynı zamanda gıda güvenliği, ekonomik büyüme, sağlık ve toplumsal huzurun da temeli. Türkiye’nin ve dünyanın geleceğini güvence altına almak için suya bakış açımızı kökten değiştirmemiz gerekiyor. Çünkü suyu korumak yalnızca hükümetlerin değil, bireylerin, iş dünyasının ve toplumun tamamının ortak sorumluluğu. Bugün attığımız her adım, gelecek nesillerin susuz kalıp kalmayacağını belirleyecek.
Türkiye’de su gerçekleri
- Türkiye’de kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı: 1.313 m3 (TÜİK, 2023). Bu seviye, “su stresi yaşayan ülkeler” kategorisine işaret ediyor (1.000–1.700 m3 arası). n 1960’larda kişi başına düşen su miktarı 4.000 m3 civarındaydı.
- Tarımda kullanılan suyun oranı: yüzde 77
- Sanayide kullanılan suyun oranı: yüzde 13
- Evsel kullanım: yüzde 10
- Tarımda kullanılan suyun yaklaşık yüzde 50’si kayıplar nedeniyle boşa gidiyor.
- Türkiye genelinde barajların ortalama doluluk oranı: yüzde 45–50 (2024 yazı verileri).
- İstanbul barajları: kritik dönemde % 35’in altına düştü.
- Ankara ve İzmir’de de su rezervleri kritik seviyelere yaklaşmış durumda.
- Türkiye’de yıllık ortalama yağış miktarı: 574 mm (dünya ortalaması: 990 mm).