
İş hayatımın başında yaşadığım bir olay bana şunu öğretti: taciz ve zorbalık yalnızca bireylerin değil, onları sessizce seyreden kurum kültürünün de gerçeğidir.
Muhasebe bölümünde çalışıyordum. Şirketin yabancı genel müdürü koridorda karşılaşınca kulağıma eğilip “give me a kiss” dedi. Şaşkınlıkla yüzüne bakakaldım ve sessiz geçen birkaç saniye. Ardından büyük bir kahkaha atarak “Şaka yaptım" dedi. O an bunu gerçekten şaka sanmıştım. Acaba? Yıllar sonra dönüp düşündüğümde, hâlâ emin değilim.
Yöneticilik yıllarımda ise başka zorluklarla karşılaştım. Flört etmeyi seven bir kadın çalışanım, erkek yöneticisini tacizle suçladı ve benden onu işten çıkarmamı istedi. Açıkçası bu iddianın doğruluğundan emin olamadım. Bunun bir intikam olabileceğini tahmin ettim. İşte tam da bu yüzden bu konular ne kadar karmaşık: bir yandan gerçek mağdurların sessizliği, öte yandan manipülasyon ihtimali. Ne zaman kime inanacağınızı, hangi durumda nasıl davranacağınızı ayırt etmek her zaman kolay değil.
Kültürün gölgesi
Sağlıklı kurum kültürleri sorunları gün yüzüne çıkarır, güvenli alan yaratır. Toksik kültürler ise sessizliği besler. Çoğu taciz mağduru konuşmaktan kaçınıyor; işini kaybetme endişesi, dışlanma korkusu ya da “zaten değişmeyecek” düşüncesiyle… Oysa sessizlik, en az olayın kendisi kadar yıkıcıdır.
Diğer yandan, sesini yükseltenlerin niyetini anlamak da her zaman kolay değildir. Gerçek adalet arayışının yanında, kimi zaman kişisel hesaplaşmalar ya da karalama kampanyaları da gündeme gelebilir. Bu ikili tablo, yönetimler için süreci daha da karmaşık hale getiriyor.
İşyerinde taciz ve zorbalık konusunda yeni yasa
İngiltere’de gündeme gelen ve İşçi partisinin çalışan haklarını korumaya yönelik yeni yasa paketinin içinde olan bir konu var. Ekim 2026 yılında yürürlüğe girecek olan bu yeni yasaya göre taciz ve zorbalık konusunda önlem almayan şirketler riske girecek. Artık yalnızca taciz ve zorbalık olaylarının yaşanması değil, bunlara zemin hazırlayan kültür ya da belirtilerin bulunması bile dava konusu olabilecek. Yasa, işverenlere net bir mesaj veriyor: “Kültürünüzü göz ardı ederseniz, hukuki sorumluluk size döner.” İngiltere’de 2026’da yürürlüğe girecek yasa da tam bu noktaya işaret ediyor: Taciz ve zorbalığı önlemeyen, hatta bu tür davranışlara zemin hazırlayan kurumlar da sorumlu tutulacak. Mesaj net: Sadece olaylara değil, kültüre de bakılacak.
Türkiye’de sessiz ama dünyada değil
Türkiye’de #MeToo benzeri kitlesel bir hareket doğurmadı; bizde gizlilik, suskunluk ve saklılık hâkim. Bu tür konular daha çok “fısıltı gazetesi” üzerinden ilerler.
Bunun birçok nedeni var:
- Hukuki güvensizlik: Mağdurların adalet bulacağına dair inanç zayıf. Uzayan davalar, cezasızlık ve “ispat” yükünün mağdura yüklenmesi, çoğu kişiyi sessiz kalmaya itiyor.
- Toplumsal baskı: “Suçu ispatlanmamış birini ifşa etmek” tartışması, mağdurlara yönelen suçlamalar ve damgalanma korkusu çok güçlü.
- Kültürel normlar: Tacizin “abartı” veya “yanlış anlama” gibi gerekçelerle normalleştirilmesi, sessizliği daha da pekiştiriyor.
- Kolektif hareketin zayıflığı: Kadın örgütleri ve bazı medya organları konuyu gündeme taşısa da Türkiye’de çoğunlukla bireysel ifşalar ve kapalı çevrelerde paylaşılan konulardır.
Yani Türkiye’deki tabloyu şöyle özetleyebiliriz: Taciz yalnızca bireysel bir “olay” değil, aynı zamanda kültürün sessizlikle kurduğu ortaklık. Ve bu yüzden, #MeToo’nun etkisi bizde daha çok “duyulmamış seslerin birbirine fısıldaması” şeklinde yaşanıyor.
Dünyada ise örnekler çarpıcı:
- Uber (ABD, 2017)
Eski mühendis Susan Fowler’ın yazdığı blog, şirket içinde sistematik taciz ve ayrımcılığı ifşa etti. Bu yazı yalnızca bireysel bir şikâyet değil, şirket kültürünün sorgulanmasına yol açtı. CEO Travis Kalanick istifa etmek zorunda kaldı.
- Fox News (ABD, 2016)
Sunucu Bill O’Reilly ve patron Roger Ailes hakkındaki taciz iddiaları milyarlarca dolarlık tazminat ödemelerine ve itibar kaybına neden oldu. Reklamverenler kanaldan çekildi, yönetim tepetaklak oldu.
- Activision Blizzard (ABD, 2021)
“Zehirli erkek kulübü kültürü” (frat boy culture) iddiaları dava konusu oldu. Şirketin piyasa değeri milyarlarca dolar eridi. Skandal, Microsoft’un satın alma sürecinde bile masadaydı.
- Moët Hennessy (Fransa, 2025)
LVMH’nin içki kolu Moët Hennessy, eski bir çalışanı tarafından 1,3 milyon €’luk taciz, ayrımcılık ve haksız fesih davasıyla karşı karşıya. Çalışan Maria Gasparovic, şirketin erkek egemen toksik bir kültüre sahip olduğunu öne sürüyor. İddialar arasında “anti-seduction eğitimi al” denilmesi ve müşteri önünde küçük düşürülmesi var. Ancak şirket bu iddiaları reddediyor ve Maria Gasparoviç’in işten çıkarıldığı için intikam peşinde olduğu iddia ediliyor, karşılığında olarak iftira davası açılıyor. Haklı kim, haksız kim henüz belli değil. Ama kesin olan şu: iddia ortaya çıkar çıkmaz şirketin kültürü ve itibarı sorgulama altına girdi.
Bu tür konularda artık tüketiciler tepki verebiliyor. Sosyal medya boykotları, protestolar ve itibar aşınması, bir mahkeme kararından çok daha ağır sonuçlar doğurabiliyor.
Erkek egemen kültürün bedeli
Özellikle finans ve teknoloji sektörü, “erkek egemen kültür” nedeniyle sık sık eleştiriliyor. Yatırım bankacılığının “erkek kulübü” havası, teknoloji devlerindeki toksik iş ortamları kadın çalışanlar için ciddi bariyerler oluşturuyor. Bu kültür yalnızca taciz vakalarının ortaya çıkmasına değil, aynı zamanda görünmez kalmasına da zemin hazırlıyor.
Kurum kültürünün aynası
Taciz ve zorbalık, bireysel eylemlerden çok daha fazlası: kurum kültürünün aynası. Sessizlik bu aynayı karartıyor, manipülasyon bulanıklaştırıyor. Gerçek başarı ise şirketlerin neyi gördüklerinde değil, neyi görmezden gelmediklerinde ölçülmeli.