Şahsen bu kişilerin yaşadığına inanmıyorum ancak buradaki önemli nokta: Hikâye!
Güzel hikâye kendini dinletir, okutur. Reklam yapar, reyting toplar. Yeniden ve yeniden kendini ürettirir, tükettirir. Pazarlamanın başat faktörü budur. Güzel hikâye kulaktan kulağa şelale olur akar. Her yeni kulağa değerken, bir önceki kulaktan farklı nameler ilave alır. Bu böyle devam eder. Hatta hikâye dönüp dolaşıp sahibine geldiğinde belki de çok şey değişmiştir. İşte başarı tam da budur!
Normal hayat ve iş hayatı diye bir ayrımın olduğunu düşünmüyorum. İşimizin hayatımızın alt başlıklarından bir tanesini oluşturduğunu düşünüyorum. Peki, bu birkaç satırdır bahsettiğim “güzel hikâye” olayını, hayatınızın “iş” başlığı altında hiç düşündünüz mü?
Mesela, terfi süreçlerinizde?
Herkül vs Samuray
Ben çok kez “Ben daha çok çalışıyorum ama ona terfi verdiler, bana vermediler” adlı türküyü dinledim. Eminim sizler de farklı sanatçılardan daha özgün yorumlarla dinlemişsinizdir. Türkünün devamında şöyle der “O müdür yalakası, yaptığı her işi büyük bir şeymiş gibi anlatıyor. Zaten bu işleri yapmamız gerekiyor, o yüzden ben anlatmıyorum. Sanırım hatam da bu!”.
Ahh be güzel kardeşim… Belki de senin bir hikâyen yok. Varsa da bazen bazı şeyleri göstersen, senin için de şahane şeyler olabilir. Öte yandan da Herkül’ü düşün. Herkül 12 ölümcül görevi tamamladı ve bunu öyle sağda solda çilingir sofralarına meze etmedi, hikâyesini başkaları anlattı. İşte gerçek bir destan. Herkül olamıyorsan -ki bu gerçekten zor- bazı şeyleri de kendin göstereceksin.
Sessiz Japon Samuray’san yükselmen kolay olmaz. Evet, yöneticilerin sana gözü kapalı güvenir. Çalışkan, sadıksındır. Bu durum seni muazzam bir asker yapar ama komutanlığa terfi etmen zor. Ha bu arada belki de en çok senin gibi bir çalışana ihtiyaç var, o ayrı. İşini yapıp kenara çekilecek, etliye sütlüye karışmayacak, durduk oturduk yerde su kaynatmayacak… Bu her organizasyon için muazzam bir persona! Ama liderlik özellikleri sınırlı olduğu için sürekli yönlendirilme alması gereken bir persona...
Terfi için en doğru yöntem sınav mı?
Kimi şirketler terfi süreçleri için “sınav” yönetimini seçiyor. Bu aslında “güzel hikâye” ile ortaya çıkabilecek manipülasyon çıktılarını bertaraf etme arzusu. Böylelikle terfi süreci herkes için net, anlaşılır olacak ve süreç ile ilgili tüm soru işaretleri ortadan kalkacak.
Ancak her şirket ya da her pozisyon için sınav sistemi doğru çalışmaz. Bunun çeşitli nedenleri olabilir. İşin doğası her zaman bir sınava uygun olmayabilir ya da şirket terfi politikası için böyle bir sürece ihtiyaç duyulmayabilir.
Sınav liyakat sisteminin doğru çalışması için harika bir kapı ve bir süreçtir. Fakat her zaman doğru sonuca ulaştırabilir mi, bu noktada şüphelerim var. Şirketi ya da gerekli regülasyonu çok iyi bilen ama liderlik özelliklerine gereği kadar haiz olamayan; yani iyi bir çalışan, iyi ezber yapan ama kötü bir lideri “liderlik koltuğuna” getirmeniz de olası bir ihtimal. Bunun uzun vadeli sonuçlarının hoş olma ihtimalinin düşüklüğünden bahsetmeme gerek dahi yok sanırım.
Liderlik koltuğu bana göre özellikle kriz alanlarında inisiyatif almaktan korkmayan, etrafına yön veren karizmatik bir kişiye ait olmalı. Elbette ezber de önemli ancak bu belirttiğim çok daha önemli. Ve dahi destanlar da zaten ya böyle insanların gerçek hayatından ya da böyle olması hayal edilen karakterlerden doğar. Aksi takdirde yalnızca bilgili, motamot “yöneticiler” ile çalışırız. Oysa yönetici değil liderler ile çalışmak gerek.
Sizin şirketinizde de en çok çalışan değil, “en iyi anlatan” terfi alıyor olabilir. Evet, kimi zaman en çok hak eden Sessiz Samuray’ın adı masaya gelmeyebilir. Duyulan olamıyorsanız, çok yüksek ihtimalle lider de olamayacaksınız. Liderliğin birinci kuralı belki de hikâye anlatabilme becerisi. İyi CEO’ların ağzı neden çok laf yapar, belki de şimdi daha net anlamışsınızdır.
Yöneticiniz size bir hikâye yazmak zorunda değil. Kendiniz yazacaksınız, eğer hikâyeniz iyiyse size muhakkak bir gün geri dönecektir!