1845 yazında Britanyalı kâşif John Franklin, Atlas Okyanusu’ndan Büyük Okyanus’a bir geçit bulmak için iki gemiyle beraber denizlere açıldı. Gemiler yola çıkmış, geçit aramaya koyulmuşlardı. Her iki gemide de bol bol “rütbeli zihinler” bulunuyordu. Başta her şey çok iyi başlamıştı ancak sonrasında hava koşulları sertleşmeye başlarken rüzgâr bir anda tersine dönmeye başlamıştı. Rota tartışmalıydı ve gemiler buz dağlarının arasına sıkışmıştı. Hava daha da kötüye giderken erzaklar hızla azalıyor ve tedarik imkânı bulunmuyordu. İçeride sesler yükselmeye başlamış, kaos gittikçe artmıştı. Kaos gemilerin kurtarılmasıyla ilgili değil, “çok başlılıktan” doğan sorunların bir dışavurumu olan bir iktidar savaşıydı…
Kurumsallaşma sürecinin ilk etabı organizasyon şemasıdır. Yani siz bir satış personeliyseniz, çay getirmemeniz ya da tahsilat yapmamanız gerekir. Siz satış yapacaksınız, çaycı çayı hazırlayacak, tahsilatçı da faturaları takip edecek. Buraya kadar her şey normal…
Finansçıların ve İK’cıların çok sevdiği kurum olan McKinsey’ye göre çalışanların yüzde 70’ten fazlası şirket içinde terfi istiyor. Buna karşın bu kişilerin sadece yüzde 4’ü terfi için gerekli becerilere haiz.
Bu araştırma burada da bitmemiş ve şöyle devam etmiş: Yükselmek isteyenler cenahına “Neden yükselmek istiyorsun?” sualini sormuş. Bu cenah da “Ben vizyoner bir kimseyim ve vizyonerler yükselir” diye yapıştırmış cevabı.
Vizyoner enflasyonu
Doğru aslında, biraz LinkedIn’de gezintiye çıkınca görüyoruz ki herkes vizyoner, herkes fütürist. Tabii bu “yakışıklı” LinkedIn postlarının arkasındaki gizli güç yapay zekâ programları. LinkedIn’de vakit geçiriyorsanız bunu muhakkak siz de fark etmişsinizdir. Mesela benim son zamanlarda en çok gördüğüm kelime “içgörü” oldu. Normalde bu kelime naftalin kokar ama nedendir bilmem, ChatGPT bu kelimeyi pek bir seviyor. Bunun yanı sıra ampul ile roket emojileri, konuya dair numaralanmış en az üç örnek, bol virgül, uzun bir es verme anlamı taşıyan ve klavyede nerede olduğunu bilmediğim uzunca bir çizgi…
Hem şirket için hem de kendi kariyerimiz için “vitrin” önemli elbette. LinkedIn de adeta bu iş için biçilmiş bir kaftan. Şehrin en merkezi yerindeki, en dikkat çeken billboard bile bu kadar prim yapamaz! Haliyle bu mecrada kılığımıza kıyafetimize, saçımıza başımıza dikkat kesilmemiz elzem.
Ezcümle, muhteşem bir “vizyoner enflasyonu” var. Her çalışan her şirket bundan nasibini alıyor. Birçok kişi gerçekten vizyoner olduğu düşündüğü kişiyi kendi şirketine almak istiyor. Ancak bir şirkette çok vizyonerin olması ne kadar doğru? Lider sayısı artınca hız artar sanıyoruz, oysa hız değil sürtünme kat sayısı artıyor.
Bir orduya kaç başkomutan sığar?
Şirketler organizasyon sistemlerinde askeri yönetim biçimlerini birçok kez taklit etmiştir. Bugünkü genel kabul gören birçok yönetim şekli askeriyeden ofislere gelmiş ve içselleştirilmiştir. Bunu fabrikalarda daha net görürüz ancak plazalarda da işin özü buradan gelir.
Bu şemada odaklandığımız yer genel olarak üst kademedeki isimler oluyor, orduda da şirkette de… Evet komutanlar, yöneticiler gerçekten çok önemli ama erler de çok önemli. Haydi bir ordu hayal edin… Yeterli sayıda ere sahip olmasın ancak gelmiş geçmiş en büyük komutanların bu ordunun başında olduğunu varsayalım. Tüm bu büyük komutanları da bu ordunun “başkomutanları” olarak göreve başlatalım.
Başkomutan-lar?
Bir orduda aynı anda kaç tane başkomutan olabilir? Böyle bir ordu bir zafer kazanabilir mi? Bence zor. Çünkü çok büyük bir liderlik çatışması henüz ilk saatlerde peyda olmaya başlar.
“Vizyonsuz” çalışma arkadaşları da gerek
Bir ordunun zafer kazanabilmesi için önce içeride tıkır tıkır işleyen bir sistemin sulh içinde seyretmesi gerekiyor. Bu sistemi kurmak için adeta bir mühendislik gerekiyor: Hiyerarşi mühendisliği. Bu durum takım sporlarında da böyle. Mesela futbolda, dünyanın en iyi yedi kalecisinin de takımınızda olması pek bir şey ifade etmez. Çünkü yalnızca bir kaleci oynatabilirsiniz.
Bugün “kurumsallaşma” çabası altındaki birçok şirkette bu tabloyu net şekilde görüyoruz. Herkes vizyon konuşuyor, herkes gelecek tasarlıyor. Ama ortadaki “basit işler” havada asılı bitirilmeyi bekliyor.
Toplantı notlarını kim tutacak, müşteriyle kim ilgilenecek, faturayı kim kesecek? Bunları yapacak emir erleri olmadan hangi vizyon ayakta durabilir ki? Görüyoruz ki şirketlerimize emirleri uygulayacak “vizyonsuz çalışma arkadaşları” da lazım. Bu kulağa biraz sert bir tabir gibi geliyor olabilir ama bunun değerini gözden kaçırıyoruz diye düşünüyorum.
Yazımın en başında yarım bıraktığım hikâyeyi tamamlayayım, dönelim Franklin’e… Franklin’in gemilerinde çok fazla “ağa” olduğu için kimse inekleri sağmadı. Sürekli olarak ego savaşları yaşandı ve nihayetinde sistematik olarak yanlış kararlar verildi. Gemide “harita çizen” çoktu ama “kürek çeken” yeteri kadar yoktu. Maalesef sefere çıkan 129 kişilik mürettebattan hiç kimse bir daha evine dönemedi.
Fazla vizyon baş döndürür. Doğru vizyon ve yeterli emir eri ise zaferi müjdeler.