Dünya nüfusu 8 milyarın üzerinde. Yükseköğrenim mezunu bireylerin toplam nüfus içindeki oranı yaklaşık yüzde 7. Gerçek anlamda uzmanlaşmış, eğitimli, meslek sahibi ve yaratıcı potansiyeli yüksek yani “yetenek” denen nüfus ise toplamın yüzde 2’sini oluşturuyor. Ekonomik gelişme ve toplumsal refahın artışını sağlayabilen işte bu yüzde 2.
Yüzde 2 dünyanın tılsımı, biz bu tılsımı yok etmek üzere kolektif bir mücadele içindeyiz.
“Yüzde 2”yi pamuklarda saklamalı
Dünya Bankası verilerine göre ortalama eğitim süresindeki 1 yıllık artış, kişi başı GSYİH’ye yüzde 0,37 katkı sağlıyor. UNESCO, öğrenci başarı testlerindeki iyileşmenin ekonomik büyüme üzerinde sermaye yatırımları kadar etkili olduğunu vurguluyor. Yetenek yönetimi sadece insan kaynağı geliştirme değil; siyasi istikrar, akademik özgürlük ve stratejik yatırım meselesi. Ülkeler arasındaki rekabet, askeri güç ya da siyasi manipülasyon yerine refahı sağlayan, eğitimle araştırma merkezleriyle, teknoloji ve yenilikçi buluşların öncüsü girişimlerle şekilleniyor. Nasıl unutulabiliyor, farklı bir ifadeyle görmemezlikten gelinebiliyor, akılla açıklanabilecek bir şey değil.
Bu da mı oldu dediğimiz sabahlar...
Her sabah yeni güne olumsuzluklarla başlamak ağır. Türkiye'den yurt dışına göç eden bilim insanlarının sayısı ve dağılımı, son yıllarda hem akademik hem de kamu politikaları açısından yürek burkuyor. Chicago Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ufuk Akçiğit'in liderliğinde yürütülen bir araştırmaya göre, Türkiye'den yurt dışına giden yaklaşık 12 bin akademisyen, farklı ülkelerde bilimsel çalışmalarını sürdürüyor. Bu akademisyenlerin yurt dışına taşındıktan sonra bilimsel verimliliklerinde ortalama yüzde 28'lik bir artış gözlemlenmiş. TÜBİTAK tarafından hazırlanan "Yurt Dışındaki Türk Araştırmacılar" kataloğuna göre, en fazla Türk araştırmacı ABD'de bulunuyor. ABD'yi Almanya ve Kanada takip ediyor.
İllüzyon içindeyiz
Entelektüel düzen ve bilim cenneti varsayılan ABD'nin üniversitelere yaklaşımı, okumaya giden öğrencilerin vize sorunları, her gün yenisini okuduğumuz ürküten haberler, kendi yaşadıklarımızın üzerine gördüğümüz rüyadan çok sert uyandırdı. Yönetimin radarındaki Columbia Üniversitesi eski rektörü Lee Bollinger geçtiğimiz hafta CNN International’da çarpıcı bir söyleşi verdi. Yönetimin, uyguladığı kısıtlamaları şu basit ve çarpıcı ifadeyle ortaya koydu; “…Bir laboratuvar kapandığında yalnızca bir proje değil, bilgi üretim zinciri kırılır.” “Bilgi üretim zinciri”ni içinizden tekrar edin. Tekrar etmek, bir iletişim-propaganda tekniği olduğu kadar, idrak etmeyi kolaylaştıran bir öz iletişim sürecidir.
“Push and Shift”
Geçtiğimiz yıl Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde’ın, Dünya Ekonomik Forumu’nda panel konuşması sırasında, Avrupa kıtasının yaşadığı “varoluş krizi”ni soran gazeteciye, “…yetenek var, para var, akıl var… ama şekillendiremiyoruz” şeklindeki yanıtını unutamıyorum. “Push and shift” demişti. Aslında “ittirmek, kaldırmak, yönlendirmek” diyebilirdim, “şekillendiremiyoruz” diye yerelleştirdim. Sözcükler doğasından koparılınca, etki gücünü yitirebiliyorlar. Yetenek de böyle bir şey.
Yine yapabiliriz, yapabilir miyiz?
Yalın basit ve doğrudan ifade etmeye ihtiyacımız var: nitelikli insan gücü, bilgi ekonomisine geçmek isteyen ülkelerin sermayesi. Yetenekli birey kalkınmanın motoru. O yetenek de biziz, bizim çocuklarımız. İnsanlığa, insan olduğumuzu unutarak bir prodüksiyon izliyormuşuz gibi bakmıyor muyuz… kendimize daha büyük bir düşmanlık düşünemiyorum.
Ha gayret, bir kez daha
Umutlanmak istiyorum. Dünya yetenek ivmesini yakın tarihte başarıyla yönetebildi... Yine yeniden yapılabilir. Ülkemizin 1933’te başlattığı üniversite reformu bir örnek. Cumhuriyetin ilk yıllarında kendi çocuklarımızı yetiştirmek için gösterdiğimiz çaba, Nazi Almanyası’ndan kaçan yaklaşık 150 akademisyene ev sahipliği yaparak sıçramadı mı? İstanbul ve Ankara üniversitelerinde fizyolojiden vergi hukukuna, çocuk sağlığından patolojiye kadar onlarca yeni kürsü kuruldu. Hala ayaktaysak, o yetenekler sayesinde.
ABD'nin de bilimde teknolojide sosyal hayatta liderliği, kendisine sığınan bilim insanlarıyla ivme kazanmıştı. 1933-1945 yılları arasında Almanya’dan ABD’ye göç eden akademisyenler, Amerikan üniversitelerini dünya çapında bilim merkezlerine dönüştürdü. ABD, ülkeye göç eden yeteneklere paralel olarak yükseköğretimi kamu destekli rekabet alanına çevirdi, GSYİH'nin yüzde 2,5’ini bilimsel araştırmalara ayırma kararını verdi. Küresel liderliği cesaretle desteklediği yetenekleriyle sağladı.
Yıkım kolay, inşa etmek uzun
ABD’de yaşayan akademisyenlerin yüzde 27’sinin yurt dışına gitmeyi düşündüklerini belirttikleri bir araştırma yayınlandı. Oran çarpıcı, şaşırtıcı! Pek çok kişinin rüyasını süsleyen bir dünyanın sonu mu bu… Diğer yanda Çin, sistematik ve kararlı bir biçimde insan sermayesine yatırım yapıyor. “Made in China 2025” ve “Bin Yetenek” gibi programlarla yurt dışındaki akademisyenleri geri çağırıyor. Ülkeyi tarihteki örneklerine benzer bir cazibe merkezine çevirmenin peşinde. Çin, her yıl ABD’nin beş katı STEM mezunu veriyor.
İster fiziki olsun, ister kafamızın içinde olsun, çatışmanın her türlüsü, yeteneğin düşmanı ve maalesef bulaşıcı. Eğitim ise yeteneğin tek gıdası. Eğitimden mahrum bırakıldığında toplumun yetenek bileşenleri düşüyor, ekonomisi zarar görüyor. Tüm derdimiz ekonomiyi canlandırmak değil mi? Öyleyse, popüler dille söyleyeyim zengin olmak için yetenek üretmeliyiz: “Yüzde 2”