Karmaşık tabloda el-Şara, önce ülkemize yakın gözükürken, bilahare Türkleri “dışlamak” pahasına “başkaları” ile işbirliği yapmıştır.
Suriye’de el-Esad’ın ayrılıp el-Şara’nın iktidara gelmesinden sonra dünyada yeni bir Suriye’nin doğduğuna ilişkin iyimser havalar esti. El-Esad’ın Suriye’si katil bir diktatörlük olduğundan yerini alacak bir yönetimin daha iyi olması muhtemel görünüyordu. Her ne kadar terörist bir geçmişten gelse de yeni liderin dönüşüm yaşadığı, demokrasi, eşitlik ve barış vaat ettiği biliniyor; daha da önemlisi, bölgesel siyasette barışı ön plana alan bir Suriye inşa edebileceği düşünülüyordu.
El-Şara birleşik ve barışçıl bir Suriye inşasını arzulayabilir ama karşısında aşmakta büyük zorluklar çekeceği engeller bulunuyor. İlkin, el-Esad’ın da geldiği sahil yöresinde bir ayaklanmayla karşılaştı. Esat döneminde bu bölge sakinlerine iyi davranılmış, onlar da Esat’la uyumlu çalışmışlardı. Eski dostları el-Colani’yi desteklemeye devam eden Müslüman radikaller ise intikam peşindeydiler. İki grup karşılaşınca, bazı Aleviler öldürüldü. El-Şara olayları yatıştırmak için uğraşmak mecburiyetinde kaldı.
ABD üniter yönetim; İsrail gevşek yönetim yapısı istiyor
Belki daha üzücü olan, bir süre önce Dürzilerin Suriye rejimine karşı giriştikleri başkaldırıdır. İsrail’in, Dürzileri Suriye ordusuna karşı kalkışmaya tahrik ettiği bir sır değil. Sonuçta Suriye ordusu bir başkaldırı ile karşı karşıya kaldı. İsrail, Dürzilerin yaşadığı bölgeyi kendi topraklarına katmak istiyorsa da birçok Dürzi, Suriye yönetimini tercih ediyor. Ülkesini Suriye’de de temsil eden Birleşik Devletleri’n Ankara Büyükelçisi, Suriye’de üniter yönetim kurulmasını istediklerini ifade etti, fakat İsrail kurucu unsurlar üzerinde daha etkili olabileceği gevşek bir yönetim yapısını yeğliyor. Olaylar süregeldiği için, nasıl gelişeceklerini peşinen tahmin etmek zor.
Suriye’nin tek ülke olarak bütünleşmesi güncel olsa da, tarihçileri de ilgilendiren bir sorundur. Fransızlar, Suriye’yi Dünya Savaşı sonrasında sömürgeleştirirken, İskenderun Sancağını ayrı tutmuşlar, Lübnan’ı ise bağımsız bir ülke yapmışlardır. Suriye’yi ise dört bölgeye ayırmışlardır: Kuzeybatı’da Alevi, Güneydoğu’da Dürzi ve Şam etrafında Sünni bölgesi ile Halep etrafında da Şam benzeri bir bölge. Bunların her birinde ayrı bir idare kurmuşlardır. Dolayısıyla, 1946’da bağımsızlık geldiğinde ülke zaten bölünmüştü ve tüm bölgeleri aynı idare altında toplamak büyük güçlük arzediyordu.
Suriye’yi bir arada tutan, birlikte yaşama kararlılığı değil
1946’da başlayan seçimler sonucunda hükümet birkaç defa Şam’da veya Halep’te hakim gruplar arasında el değiştirmiş, ardından demokrasi deneyi sona ermiş, ülke, sonuncusu el-Esad olan askeri kadrolar tarafından yönetilmiştir. Başka türlü ifade edersek, Suriye’yi bir arada tutan, rekabetçi siyaset sonucunda oluşan birlikte yaşama iradesi değil, askeri yönetimlerin güce dayanan kararlılığıdır. Beşar’ın babası Hafız el-Esad da Baas’ın Suriye kolunu temsil ettiği dostu Salah Cedid’le birlikte iktidara el koyan bir subaydı. Ancak kısa bir süre sonra dostunu elemiş, tek başına ülkenin diktatörü olmuştur. Önemli görevlere genellikle Alevi kökenli subayları atamış, ülkeyi uzun süre yönettikten sonra, sağlık nedeniyle iktidarı asker olmayan oğluna devretmiştir. Ardından Arap Baharı patlak vermiş, Suriye’de iç savaş başlamış ve savaş ancak Beşar’ın Moskova’ya sığınması sonucu (geçici olarak?), son bulmuştur.
El-Şara çok zor bir görevle karşı karşıyadır. Üniter, demokratik bir yapı kuracaktır. Başta kendi geçmişi olmak üzere karşısında birçok engel bulunmaktadır. Kendisi önce bir terörist olarak şöhrete kavuştuğunu, sonra gözlediği gerçekler karşısında görüşlerini yumuşattığını ileri sürmektedir. Bunlar doğru olsa bile, hiçbir dönemde demokrasinin uygulandığı bir ortamda faaliyet göstermemiştir. Acaba demokrasinin gerektirdiği tutum ve uygulamalardan, özellikle tarafların birbirine yeterince güven duymadığı düşünülecek olursa, ne ölçüde haberdardır? İkinci olarak İsrail hemhudut bir Dürzi ya da Irak, Suriye ve Türkiye’de rahatsızlık yaratabilecek Kürt devleti gibi kendisine uydu bazı birimlerin varlığını istemektedir. Kürt lideri Mazlum Abdi’nin önce emrindeki güçlerin Suriye ordusuna entegre olmasını kabul etmişken, sonradan İsrail’in teşvikleriyle bunları ayrı bir güç olarak korumakta ısrar etmesi, herhalde tesadüf değildir. Üçüncü olarak, tarihi deneyimin de birleşik Suriye fikrini desteklemediğini söylememiz gerekiyor.
Bu karmaşık tabloda el-Şara önce ülkemize yakın gözükürken, bilahare Türkleri “dışlamak” pahasına “başkaları” ile işbirliği yapmıştır. Görünüşe göre Türkiye tek başına herhangi bir sonucu belirleyecek bir konumda bulunmuyor. Zaten iktisadi kaynakları kendisine yetmezken, sınırlı kaynaklarını da tüketecek bir çatışma içine çekilmek istenebilir. Aslında yapması gereken çok basittir: Türkiye kaynaklarını tüketeceği ama sonucu belirlemeyeceği için Suriye’nin iç gelişmelerinden uzak durmalıdır.