Türkiye’nin tasarlanmakta olan bir Avrupa savunma sisteminin başına geçmesinin düşünülmesi ilk bakışta heyecan verici bulunabilir. Ancak, askeri kapasiteden çok siyasi kabuller ve güven sorunları nedeniyle gerçekçi görünmüyor.
İtalyan gazeteci bir dostum geçenlerde ortaya Türkiye’nin NATO’nun başına geçmeyi düşünmesiyle ilgili bir soru attı. Amerika’nın Avrupa’yı savunmaya niyeti olmadığını, Avrupalıların ise artık kendilerini savunma gereğini idrak ettiklerini söyledi. Amerika’dan sonra en büyük orduya sahip olması ve artan savunma imkânları göz önüne alındığında, Türkiye’nin Avrupa NATO’sunun önderliğini yapmasının tabii olduğunu, bazı Avrupa çevrelerinde konunun konuşulduğunu vurguladıktan sonra benim ne düşündüğümü sordu.
Türkiye’nin tasarlanmakta olan bir Avrupa savunma tasavvurunun başına geçmesinin düşünülmesi ilk bakışta heyecan verici bulunabilir. NATO’nun Sovyet yayılmacılığına karşı kesin teminat olduğunun düşünüldüğü yıllarda, NATO’nun Avrupa kanadına ilişkin tartışmalar yine yapılmaktaydı. Ancak Birleşik Devletlerin güçlü varlığı bu tür değerlendirmeleri önemsiz kılıyordu. Amerikalılar Avrupa’ya korumak istedikleri bir medeniyetin uzantısı olarak bakıyorlardı. Özellikle önemli görülen husus, Amerika’nın Avrupa’yı gerekirse nükleer seviyede koruyacağına dair inançtı. Günümüzde Amerika’nın Avrupa’ya dönük değerlendirmesi ise oldukça farklı: Avrupa’nın kendisini savunmaya hazır olmadığını ve ölmekte olan bir medeniyetin temsilcisi olduğunu ileri sürüyor. Amerika’nın Kıta’dan çekilmesi, bir ihtimal, Kıta’nın yeniden canlanması ve dünyanın gidişinde söz sahibi bir süper güç olmasıyla sonuçlanacaktır. Pek sanmam ama yine de herhangi bir tahminde bulunmak için vakit erkendir.
Acaba Türkiye Avrupa savunmasına önderlik edebilir mi? Zannetmem. İlk olarak, güç sorununa eğilelim. ABD kendi başına bir süper güçtü. İttifakın diğer üyeleri farklı düşünseler bile sonunda ABD’nin istediği yönde hareket ediyorlardı. 1956’da İngiltere ve Fransa’nın Süveyş’i işgalini Amerika durdurmuştu. Keza Türkiye’nin 1964’te Kıbrıs’a müdahalesini de Johnson engellemişti. Amerikalılar sadece ittifakı bir arada tutmadılar, tüm üyelerin Amerikan rızası bağlı hareket etmesini de sağladılar. Türkiye ise bir süper güç değildir. İradesini başkalarına hakim kılamaz.
İkinci noktamıza geçelim. Fransa her zaman kendisinin Avrupa savunmasının liderliğini yapacağını, Almanların da Kıta’nın iktisadi lokomotifi olacaklarını hayal etmiştir. Bu bağlamda Fransa’nın böyle bir kabiliyeti olup olmadığını sorgulamak yersizdir. Fransa kendini Avrupa savunmasının önderi olarak gördüğü sürece Türkiye’nin önderliğini kabul etmeyecektir.
Üçüncü olarak, Avrupa ülkelerinin Türkiye’yi Kıta’nın ayrılmaz bir parçası olarak gördükleri pek açık değildir. Türkiye’nin hâlihazırdaki rejiminin AB tasavvurlarına pek uymadığı aşikardır. Ancak Türkiye’nin Avrupa’nın parçası olmadığı, hiçbir surette AB üyesi yapılmaması uzun geçmişi olan, eski bir fikirdir. Avrupa savunma örgütü üyeliğinin AB üyeliği ile eşanlamlı olması gerekmemekteyse de, NATO’nun başlıca üyelerinden çoğunun AB üyesi olması, Avrupa savunmasının önderliğini Türkiye’nin yapmasının kabulünü zorlaştırmaktadır.
Dördüncü olarak, AB’nin iki üyesinin, Yunanistan ve Rum Kıbrıs’ın, hiçbir zaman Türkiye’nin Avrupa savunmasının başına geçmesini kabullenmeyeceklerini de bilmek lazımdır. Yunanistan’ın Ege’de olsun, Doğu Akdeniz’de olsun, Türkiye ile ilişkileri daha ziyade rekabetçi niteliktedir. Buna karşılık Rum Kıbrıs, Ada’da mevcut sistemin uygulanmaya devam etmesini, Türklerin giderek küçülen bir azınlık statüsüne indirgenmesini, Türkiye’nin AB çerçevesine daha fazla dahil edilmesinin asgari bedeli olarak görmektedir. Mevcut siyaseti Doğu Akdeniz’de kurduğu ittifaklarla Türkiye’yi kuşatmak ve bölgede bağımsız herhangi bir eyleme girmesini engellemektir.
Beşinci olarak, değindiğimiz koşullar muvacehesinde, Türkiye’nin Avrupa’ya güvenmediğini söylemek herhalde pek şaşırtıcı olmayacaktır. Kısa bir süre öncesine kadar Almanya Türkiye’nin Eurofighter almasını engelliyordu, Altay tankına motor verilmesini de engellemişti. Son günlerde Türkiye’nin Eurofighter almasına rıza gösterdi. Tank motorları için ise Türkiye başka kanallara yönelmiştir. Türk savunma sanayii ülkenin savunma malzemesi ihtiyaçlarını karşılamakta bir hayli yol almışsa da, yine de ülke hem üretim için işbirliğine hem de bazı kalemleri ülke dışından almaya ihtiyaç göstermektedir. Ancak bu ihtiyaçların Avrupa’dan karşılanmasına güvenmek için inandırıcı sebep yoktur. Nitekim bazı küçük üyeler istemiyor diye Türkiye SAFE sisteminin dışında bırakılmıştır.
Son olarak, dünya sisteminin yeniden şekillendiği bir dönemde Türkiye’nin sadece Avrupa savunması ile ilgilenmesi ve diğer tercihleri değerlendirmemesinin nedenlerini izah etmek kolay olmamaktadır. Evet, Türkiye diğer seçenekleri neden değerlendirmesin?
Bazı Avrupa ülkelerinin Türkiye’nin jeopolitik konumunun ve savunma imkânlarının Avrupa savunmasına tahsisini arzulamalarını anlamak mümkündür. Yine savunmalarını başkasına havale etmek istiyorlar. Bunun karşılığında Türkiye’ye neler verileceği, kazancının ne olacağı anlaşılamamaktadır. Her halükarda Türkiye’nin her türlü seçeneği gözden geçirmesini daha doğru buluyorum.