Prof. Dr. HAVVA TUNÇ
Serbest piyasa ekonomisinin temel amacı kârı maksimize etmektir. Tarımsal ve endüstriyel üretimi serbest piyasa içinde aynı mantıkla değerlendirmek yani kârı maksimize etme eylemi üreticisi ve tüketicisiyle tarım sektörünü haksız rekabetle karşı karşıya getirmektir. Tarım sektöründe ne üretici ne de tüketici kazanıyorsa ekonomi kaybeder ve/veya gelişmez.
Diğer taraftan kâr maksimizasyonunun temel amaç olduğu bir piyasada stratejik bir sektör olan tarımda toplumsal fayda her zaman geri planda kalır. Zira tarımın hem ekonomik hem sosyolojik hem de stratejik boyutu yanı sıra iklimsel boyutu (küresel ısınma) gibi birçok faktör yer almaktadır. Tarımsal üretim sürecinde hem küresel ısınma sorunsalını minimize etmek hem de kar maksimizasyonunu sağlamak o kadar kolay değildir.
Sanayide fiyatı genellikle maliyetler belirlerken, tarımda fiyatlar üreticiden çok aracıların, perakendecilerin ve piyasadaki toplam arzın etkisiyle şekillenir. Yani çiftçi çoğu zaman kendi ürününün değerini belirleyemez.
Piyasada üretim kararı, kar-fayda-maliyet üçgeninde belirlenecektir. Kâr-fayda maliyet üçlüsünün denge hali teknik olarak mümkün olmamakla beraber, bu üçlünün dengesizliğinin denge hali, artan gıda fiyatları ve gıdaya erişimde yetersizlik olarak ortaya çıkmaktadır. O zaman Tarımın yer alması gereken piyasanın dinamiklerinin iyi belirlenmesi gerekmektedir.
Daha açıkça ifade edilirse, tarımsal ürünün arzı, talebi ve pazarlanması sanayi ürününe göre farklı bir yapı gösterir. Genellikle sanayi malının fiyatı maliyetlerin itişi ile yukardan aşağıya bir baskı ile belirlenirken tarımsal malın fiyatı aşağıdan yukarıya doğru, tüketici piyasasından başlamak üzere perakendeci toptancı ve aracı kanalı ile tarım üreticisi için veri olarak oluşur. Başka bir deyişle, tarımsal ürün fiyatı oluşurken üreticilerin ve dolayısıyla maliyetlerin rolü genellikle kısıtlıdır. Çünkü bir döneme ait herhangi bir ürünün fiyatı o dönemin maliyeti değil o ürünün toplam arzı belirler.
Tarım ve sanayide kamunun üretici olduğu üretimde, fiyatlama fayda amaçlı olursa hem büyüme hem de kalkınmaya hizmet eder. Buna karşılık fiyatlama kar elde etme odaklı olursa sadece, ticaret açıklarını kapatıcı cari fazla elde edici olur. Daha da önemlisi, sanayi bir tarafa bırakılırsa, tarımda bile cari fazlanın elde edilebilir olduğudur. Önemli olan tercihler ve politikalar ve bunların sürdürülebilirliğinin sağlanmasıdır. Sorun tarımın serbest piyasa koşullarına, sanayi gibi, terk edilip edilmeyeceğine karar vermektir. Zira tarım bir sanayi sektörü gibi ele alınmamalı ve dinamikleri on göre belirlenmelidir.
Tarımsal üretim sadece bir iktisat politikası olarak değil, aynı zamanda bir sosyal politika olarak düşünülüp kamu tarafından kamu yararı yaratılacak şekilde üretim biçimi ve teknolojisi belirlenirse toplumsal fayda ve kar maksimizasyonu sağlanır. Buna karşılık sanayi sektörünün işletme mantığıyla, tarımsal üretime yaklaşım, tarımın yok olmasına yol açtığı gibi fiyat maliyet ikilemi gıdaya erişimi zorlaştırır.
Tarım sektöründe bulunan işletmeler içinde bulundukları piyasa koşulları nedeniyle, kurumsal yapılar bağlamında, farklılık arz eder. Çok sayıda ve dağınık olan tarımsal işletmeler ürettikleri ürünleri serbest piyasa yani rekabete yakın piyasalarda sattıkları halde, ihtiyaçları olan girdileri tek bir satıcının bazı hallerde iki veya üç satıcının olduğu piyasalardan sağlamaktadırlar, özellikle Türk tarımında bu durum yaygındır.
Tarımsal gelişimini sağlamış ekonomilere bakıldığında tarım sektörünü sanayi sektöründen farklı bir biçimde değerlendirdikleri içinde bulunan piyasaların kontrollü, destekli kısacası devletçi yapı olduğunu görmekteyiz. Buna örnek olarak 27 üyeli Avrupa Birliği’nin(AB) izlediği Ortak Tarım Politikası (OTP) verilebilir. Diğer bir deyişle 1960 yılların başında tarımda ithalatçı olan AB günümüze geldiğimizde izlenen OTP sayesinde ihracatçı ve hatta bazı ürünlerde rekabetçi ve de fiyat belirleyici konuma geldi. Kısacası tarımı serbest piyasanın insafına bırakmak çözüm değildir.
Günümüz gıda sistemi yalnızca 3.4 milyar kişiyi besleyebiliyor. Diğer bir deyişle gıda üretimi uzmanları, günümüz tarım üretiminde aşılmaması gereken dört önemli sınır aşılmaz ise bugün 8 milyar olan yarın (2050’de ) on milyar olacak dünya nüfusun beslenebilmesi giderek zor olacağına dikkat çekiyorlar.
Dünya genelinde artan gıda gereksinimi karşılanmaya çalışıldıkça durumun vahameti daha da artmakta olup öncelikler. politikaları belirlemektedir. Artan dünya nüfusunun hem yeterli hem de sağlıklı beslenmesi tarımsal politikaların yanı sıra tarımsal üretimi etkileyen koşulların tarımla uyumlu olması gerekmektedir. Bunların başında çevresel kirlilik, küresel ısınma, gıda güvenliği ve gıda arzının garanti edilmesi gelmektedir.
Artan nüfusun geleceğini düşünmeden sadece karnı doyurmak için üretim yapmak ve buna karar vermek oldukça zordur. Politikacılar ve sermaye grupları karar verici olunca karın maksimizasyonu toplumsal faydanın önüne geçtiğinden durum oldukça ciddidir.
Dünya nüfusundaki artışa paralel olarak üretimin nicelik olarak azalması kalite ve sağlık sorununu da beraberinde getirmektedir ve bu durum fiyat artışlarını ve yoksulluğu getirmekte veya getirecektir.
ABD, AB gibi gelir düzeyi yüksek ülke ekonomilerindeki insanları için gıdaya erişim sorun değilken Afrika, Orta Doğu gibi düşük gelirli ülke ekonomileri için gıdaya erişimin bozulması açlık ve sosyal patlama anlamına gelmektedir.
Tarım sektöründe gelişim sağlayabilmek artan fiyatları durdurabilmek gıdaya erişimi olası kılabilmek için tarımın bir sanayi sektörü olmadığı gerçeği çerçevesinde politikalar belirlemek gerekir. Tarımsal üretimi de kar-fayda-maliyet üçgeninde değerlendirirken, ekonomiler içsel dinamiklerine göre tarım politikalarını oluşturmaları gerekmektedir.
Tarımı sanayi mantığıyla yönetmenin bizi getirdiği yer belli: artan fiyatlar, zorlaşan erişim, büyüyen eşitsizlik. Oysa tarımın farklı dinamikleri olduğunu kabul edip politikaları bu gerçeklik üzerine kurmak zorundayız. Kısacası, tarım bir sanayi sektörü değildir. Ve tarımı geleceğimiz için koruyacak, toplumsal faydayı gözetecek politikaları geliştirmek hem bugünün hem de yarının en büyük sorumluluğudur.