Türkiye yeni yıla girerken cumhuriyet tarihinin belki de en karmaşık sosyoekonomik dönüşümünden geçiyor. Ekonomik veriler ile sokağın, evin ve bireyin gerçekliği arasındaki makas hiç olmadığı kadar açıldı.
Ne eğitimde ne istihdamda olan, ev genci olarak tanımlanan kitle 5 milyona dayandı. Genç ve dinamik nüfus tezi de istatistiksel bir duvara çarptı. Doğurganlık hızı, nüfusun yenilenme eşiği olan 2,10'un çok altına, 1,48 seviyesine indi. Belirsizlikler ve hayat pahalılığı, gençleri çocuk sahibi olma fikrinden vazgeçiriyor. Geleceğin iş gücü potansiyeli bu şekilde daralırken, sistemin üzerindeki emeklilik yükü kontrolsüz bir genişleme sürecine girdi. EYT düzenlemesinden sonra emekli sayısı 17 milyona yaklaştı. Bu niceliksel artış, niteliksel bir yoksullaşmayı getirdi. Dört milyon emekli, en düşük maaş olan 16.881 TL alıyor. Açlık sınırının belirgin şekilde altında olan bu rakam, emekliliği bir hayatta kalma mücadelesine dönüştürüyor. Konut fiyatlarındaki parabolik artışlar, geleneksel mülkiyet yapısını sarstı. Ev sahipliği oranı yüzde 55'e düştü. Kiracı nüfusun hızla artması, ülkenin tasarruf kapasitesini de düşürüyor. Ekonomik stresin aile içi huzura yansıması boşanma oranlarını rekor seviyeye taşıdı. Evlilik maliyeti, evlenme yaşını sistematik olarak yükseltiyor.
2026'da sadece enflasyonla değil, aynı zamanda bu derin yapısal aşınmalarla mücadele etmek zorundayız. Emekli yoksulluğu, genç işsizliği ve barınma krizi, sadece para politikalarıyla çözülemeyecek kadar köklü meselelerdir. Sosyal devletin yeniden inşası ve insan sermayesinin korunması, artık bir tercih değil beka meselesidir.