Vardır ama az bulunur. Bazıları klastır: örneğin Raymond Aron. Ters köşe denemesi yaparsak, mesela Katolik entelektüeller –ki değişik türleri var- 1930’ların Fransa’sını anlamak için önemli bir damar oluşturuyor. Emmanuel Mounier ve «Esprit» çevresi, Robert Aron ve Arnaud Dandieu’nün « Ordre nouveau » çevresi –personnalisme, Jean de Fabrègues’in « Jeune Droite Catholique » -Genç Katolik Sağ- çevresi ve cumhuriyetçi Katolikler oldukça karmaşık bir tabloya işaret ediyor. 1934 yılında Fransa tam da 6 Şubat 1934 olayıyla sarsılırken –aşırı sağcı demokrasi karşıtlarının gösterisinde polis ateş açmış ve 17 kişi ölmüştü- Hristiyan demokratlara yakın Paul Archambault bir açık mektup yayınlayarak Emmanuel Mounier’yi demokrasiyi aşırı ifadelerle eleştirmekle suçluyordu. Demokrasinin “elbette günahkâr” az sayıda insan tarafından insanın bir “şahıs olarak” –personne- hayatın insana vaat ettiklerine ve topluma katılabilmesi için yarattığı bir destan gibi sunulduğu bu mektup, demokrasi yerine devrim diyen Mounier’yi sert bir dille eleştiriyordu. Archambault, demokrasinin devletçilik, bireycilik, kapitalizm gibi “kazalardan” bağımsız bir özü olduğunu ileri sürüyordu. Mounier üç hafta sonra 27 Şubat 1934’te basılan mektubuyla cevap vererek demokrasiyi faşizm ve Stalinist komünizmle aynı sınıfa koymakta tereddüt etmiyordu. Demokrasi ancak liberal olurdu ve son 500 sene demokrasinin “şahsa” ve organik bir toplum anlayışına faşizm ve komünizm kadar düşman olduğunu göstermişti. Ancak tartışma uzadıkça yazılanlar ne Mounier’nin “uzlaşmaz Katolik” olduğunu, ne de Jacques Maritain ve İtalyan Hristiyan demokratı Rahip Luigi Sturzo ile aynı görüşleri savunan Archambault’nun “liberal Katolik” olduğunu gösteriyordu.
Katolik entelektüeller dünyası ikili kutuplaşmalardan daha karmaşıktı: Pouthier (1995: 68-72) bu durumu açıklıyor. Nazi Almanya’sı “uzun bıçaklar gecesine” hazırlanırken –„Nacht der langen Messer“- Fransız sağının ve Katolikliğinin iç tartışmaları tekleşmeye değil dağınıklığa işaret ediyordu: Pouthier Jean-Luc. Chrétiens et démocrates, 1934-1944. In: Mil neuf cent, n°13, 1995. Les intellectuels catholiques. pp. 67-80. Meşhur Sternhell (1984: 1141-1180) tipik pozisyonunu alarak Mounier’yi faşist veya proto-faşist olarak sunar. 1940-1941’de “Milli Devrim” –Révolution Nationale- sırasındaki Mounier’nin 1934’teki Mounier’den farklı olmadığını, Vichy dönemindeki tavrının anahtarının 1934’te olduğunu savunur. Sternhell’i Katolik entelektüel çevreler arası iç tartışmaların renkliliğini ve tarihi belgeleri göz ardı etmekle suçlayan Borne, İsrailli tarihçiyi “hipotetik” bir Mounier yaratmakla eleştirir: Borne (1985: 789-800). Ancak belki de Sternhell’i Mayeur’ün Alman tarihçi Gilbert Ziebura için söylediklerini tekrar ederek değerlendirmek lazım. Gerçekten de Fransız sosyalizmini –SFIO- tüm açıklığıyla değerlendirebilmek için belki de karşılaştırmalı analiz yapabilen yabancı bir tarihçi gerekiyordu: Mayeur (1970: 1022).
« Jeune Droite » dergisinin –Katolik değil- macerası da hayli ilgi çekici. Nicolas Kessler’in arşive dayalı çalışması « Jeune Droite » dergisini, Véronique Auzépy-Chavagnac’ın René Rémond yönetiminde yazdığı doktora tezi de çalışması da Jean de Fabrègues’in « Jeune Droite Catholique » -Genç Katolik Sağ- çevresini ayrıntılı biçimde gün ışığına çıkarıyor: Kessler (2001); Auzépy-Chavagnac (2002). Ancak bu iki çevre gerçekten de iki ayrı çevre olarak adlandırılacak kadar farklı veya ayrışmış mıydılar? 1930’ların akışkan ve dikkat çekecek kadar heterojen küçük gruplarını bambaşka akımlar olarak görmek oldukça güç. Jean de Fabrègues çevresi Halk Cephesi döneminde Emmanuel Mounier’nin « Jeune Gauche Catholique » –Genç Katolik Sol- çevresine rakip durumdaydı: Lindenberg (1995: 109). “Genç Katolik Sağ” 1930’larda faşizmin manyetizmasına kapılmış veya çok yaklaşmış gruplar arasında sayılabilir.
Kimlerdi Katolik entelektüeller? Daha doğrusu 18. Yüzyılda yazar ve entelektüel aynı anlama gelir ve edebiyatçı-yazar-entelektüel tipi siyasi düşünür haline geldikten sonra “Katolik entelektüel” teriminin anlamı kalmış mıydı? Muhtemelen hayır. 18. Yüzyıldan 20. Yüzyılın başına kadar yaklaşık 150 sene boyunca Fransa’da entelektüeli tarif etmeye, önüne liberal, Katolik, sosyalist gibi sıfatlar eklemeye gerek yoktu. Entelektüel modeli Ansiklopedistler tarafından toplumun önüne konulmuş ve benimsenmişti. Ansiklopedistlere cevap verenlerse başka entelektüeller değildi. Cevabı Katolik Kilisesi adına ruhbanlar veriyordu. Julliard (1995: 6) Katoliklerin Fransız Devrimi sonrası kendilerini azınlık gibi gördüklerini söyler. 1900 yılı yaklaşırken çeşitli Karşı-Aydınlanma akımlarının güçlenmesi ve Katolik entelektüellerin –artık ruhban olarak değilse de- yeniden belirmeleri bu ruh durumundan da kaynaklanıyor olabilir.
Bir Katolik olarak Charles de Gaulle: Notre Dame Kilisesinde
Ne zaman ki Dreyfus Olayı Fransa’yı ikiye böldü, Katolik entelektüel ayrı bir kategori olarak ortaya çıkabilir hale geldi. Elbette sosyalist akımların ve işçi hareketlerinin güçlenmesi, Avrupa’yı sendikal gücün ve seçim başarıları giderek artan Marksist olma iddiasındaki sosyalist partilerin rüzgârının sarsmaya başlaması ortamı değiştirmişti. Rerum Novarum Katolik dünyasında bir yenilikti; ama tezlerinin özü yeni olduğu için ama tezlerinin inananlar ve düşük rütbeli din adamları arasında neden olduğu sonuçlar nedeniyle. Julliard’a göre Fransa Katolik Kilisesinin Rerum Novarum fırsatını kaçırması ya inancı geleneksel muhafazakârlığa ve anti-sosyalizme indirgemeye ya da inancı modernize etmeyi denerken modernizme yedirmeye ve Katoliklikten uzaklaşmaya neden olmuştu. Rerum Novarum’u yayınlayan Leo XIII Dreyfus olayında anti-Dreyfus tarafa savrulan Fransa Katolikliğini –Fransa kilisesinin stratejik bir yanlış yapmasına engel olamadığı için- uzaktan onaylamaksızın izlemekle yetinmek durumunda kalmamış mıydı? Julliard (1995: 7-11) öyle ya da böyle Fransızlar için adeta genetik şifrelerinde bulunan bir doğal durumdan –state of nature- başka bir şey olmayan Katolikliğin 20. Yüzyıl başında bir siyasi, sanatsal ve kültürel bağlanmaya dönüştüğünü belirtiyor. Doğal durum burada toplum sözleşmesi kuramlarındaki status quo ante öncesi durum gibidir. Doğal durum nasıl unutulduysa, toplumla ilişki içine girince Fransızlar da Katolik doğal durumu unutuyor, adeta bilimle ve laik cumhuriyet ile toplum sözleşmesi yapıyorlardı. Ancak 1905 civarı bu durum değişmeye başladı. 1905 Fransa’da devletle dinin/kilisenin ayrılmasına sahne olduğu ve hemen arkasından Dreyfus davası toplumu böldüğü için geleneksel Karşı-Aydınlanmacı, milliyetçi-ırkçı sağcılıkla Katolik entelektüelleri arasındaki mesafe açıldı. Katolik entelektüel hem genel muhafazakârlıktan hem de eski tipte ruhban yazardan farklılaşarak ayrı bir tür olarak yeniden doğdu.
Doğdu ancak çok da siyasileşemedi. Mesela Charles de Gaulle Katolik idi. Buna rağmen Fransa’da bir Hristiyan Demokrat parti oluşamadı; deneme yapıldı ancak İtalya ve Almanya’da olduğu gibi güçlenemedi. Fransa Katolikliğinin 1789 sonrası aşamalarını ve düalizmi anlatan klasik bir kaynak için: Rémond (1958: 529-544). Rémond burada Kilise içindeki eğilimlerin bir siyasi partideki kanatlar gibi örgütlenemediklerini, varlıklarının kabul edilmediğini ama yine de Katoliklik gibi geniş bir kitle içinde tüm eğilimlerin, sınıfsal olanlar dâhil, var olduğunu anlatır. Yine de en az üç tipte farklılık gözle görülür durumdadır; tarikatlar, basın ve toplumsal hareketlerin içindeki Katolikler. Bir diğer zorluk eğilimlerin taraftarlarının gözünde bile ayrışmamış oluşudur. Örneğin “sol Katolik” Témoignage chrétien okurları sol bir yayına abone olduklarının farkında olmak durumundadırlar ama La France catholique okurları “sağ” bir görüşü savunduklarını asla kabul etmeyebilirler: Rémond (1958: 533-534). Keza adaletin Franco’nun yanında olduğunu düşünenler de Cumhuriyetçilerin haklı taraf olduğunu savunanlar da İspanya İç savaşı sırasında farklı cephelerde savaşmış bile olsalar aslında aynı Katolik doktrinden hareket etmektedirler. Rémond, Vichy rejimini destekleyen Katolikler arasında da bunu sağcılıktan yapmamış, doğru olduğunu düşündükleri için yapmış olanların bulunduğunu bildirir. Rémond 1958 Fransa’sında, henüz anıların taze olduğu bir dönemde Katoliklerin politik pozisyonlarının solun bir ucundan sağın diğer ucuna kadar yayılabildiğini, fakat bir anlamda bu pozisyonların geçmişin mirası ve Katolik ilahiyatı tartışmalarıyla üst belirlendiğini söylemektedir. Fransa’daki önemli bir sağcı entelektüel damar 20. Yüzyıla damgasını vuramadı denebilir. Belki 1945 sonrası Fransa’da solun –hem sosyalistler hem de FKP- bayağı güçlenmesi nedeniyledir ama belki de sağ damga vuramadığı için sol çok güçlenmiştir.