Son dönemlerde güvenlik sorunlarının artmasına paralel olarak demokrasi vurgusu zayıflamıştır. Bu gidişin kısa sürede değişmeyeceği de belli olmuştur.
Uluslararası siyasetin bir kuralı daha anlamsızlaşma yolunda. Eski günlerde demokrasiler daha makbul bir yönetim sistemine sahip olduklarına inanarak otoriter sistemleri demokratikleşmeye davet ederlerdi. Doğal olarak, demokrasiler otoriter sistemlerle de iş görürlerdi ama bu ikinciler daima daha zayıf konumda kalırlar ve neden demokratikleşemediklerini izah etme mecburiyetini hissederlerdi.
Artık demokrasi ile yönetilmenin önemini kaybettiğine ilişkin hüküm vermeden önce, hemen her devirde kendileri demokrasi ile yönetilmemekle birlikte, demokrasilerin güvenliğine katkıda bulundukları için onlarla kaynaşan ülkeler olduğunu hatırlayalım. Belki hatırlamakta zorlanabilirsiniz ama Portekiz, Salazar diktatörlüğü döneminde, işlevi demokrasileri korumak olan NATO’ya üye olmuştu. Üyeliğinin gerekçesi Portekiz’in üyeliğinin Atlantik güvenliğini sağlamak bakımından önem taşıması idi. Üyelik Portekiz’in Caetano tarafından yönetildiği dönemde de devam etti. Nihayet Portekiz de demokrasi ile yönetilir oldu. Buna karşılık Portekiz’e benzer biçimde yönetilen İspanya demokrasi olmadığından NATO’ya da alınmamıştı. Portekiz’in üyeliği sağlanınca, İspanya’ya ihtiyaç kalmadığı anlaşılıyor. Franko dönemi sona erdikten sonra demokratikleşen İspanya’nın yaptığı ilk işlerden biri NATO’ya üye olarak artık demokrasi olduğunu tescil ettirmek oldu.
Amerika’nın yönetimi otoriter yönde ilerliyor
Bu tarihi örnek bize devletlerarası ilişkilerde güvenlik endişesinin rejimin niteliğinden daha önce geldiği gerçeğini gösteriyor. Yine de Sovyetlerin dağılmasından Rusya-Ukrayna savaşına kadar uzanan nispeten sakin dönemde demokrasilerin üstün konumda olup, demokrasi ile yönetilmeyenleri ağır biçimde eleştirdiklerini biliyoruz. Başkalarını eleştiren demokrasilerin samimiyet derecesini bilemeyiz çünkü demokrasi ile yönetilmeyen güçlü ülkelerle de ilişkilerini yürütüyorlardı ama kendilerinin dengi ya da daha zayıf konumda bulunan ülkelere demokratik olmaları için ısrardan da geri kalmıyorlardı. Son dönemlerde güvenlik sorunlarının artmasına paralel olarak demokrasi vurgusu zayıflamıştır. Bu gidişin kısa sürede değişmeyeceği de belli olmuştur. Acaba neler oluyor?
Bir kere, demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden Amerika’nın yönetimi otoriter bir yönde ilerlemektedir. Bay Trump seçimi kazanmak için oyların çoğunluğunu almak gerektiğini biliyor. Buna karşılık demokrasinin diğer özellikleri olan hukuk devleti, dengeleme-denetleme ve demokratik uzlaşma gibi ilkelerle arası hoş değil. Gücünü azami kılmak istiyor ve anayasal sistemin getirdiği kısıtlamaları benimsemiyor. Diğer otoriter liderlerle çok iyi geçiniyor ama siyasi demokrasilerden gelen liderlerle anlaşmakta güçlük çekiyor. Siyasal demokrasilerden gelen liderler görüşlerinin dinlenmesi ve değerlendirilmesi için onun hoşuna gidebilecek formüller arıyorlar. Hiçbiri Trump’ın ülkesini demokratik olmayan yöntemlerle yönetmeye çalıştığını, bu anlayışı uluslararası siyasete de egemen kılmak istediğini söylemeye cesaret edemiyor.
AB, demokrasiden uzaklaşan üyeleri üzerinde etkili değil
İsterseniz ikinci olarak bir siyasal demokrasiler birliği olduğunu iddia eden AB’ye bakalım. AB demokrasi ile yönetilmeyen ama üye olmak isteyen ülkelere karşı demokrasi şarkıları söylemeye devam etmekle birlikte, demokrasi uygulamalarından uzaklaşan üyeleri üzerinde pek etkili değildir. Macaristan herhalde örnek bir demokrasi olmaktan uzaktır ama AB’nin bu ülkeyi demokrasi çizgisine çekmek ya da üyelikten atmak için yeterli kararlılık sergilediği söylenemez. Yine çok berrak olarak da görülüyor ki AB üyeleri Rusların eski Varşova Paktı üyeleri aleyhine yayılmak istemesi durumunda yanlarında olmasını ümit ettikleri ülkelerle sağlam ilişkiler kurmak istiyorlar.
Üçüncü olarak, çoğu demokraside siyaseti etkileyen ve henüz çaresi bulunamayan büyük bir sorun daha var. Yerleşik demokrasilerde sağcı popülist hareketler tırmanışta. Fransa’da LePen’in partisi kamuoyu yoklamalarında önde çıkıyor, aynı temayül Almanya’da Alternative Für Deutschland için de geçerli. Hollanda’da Gert Wilders, hükümet üyesi olmamakla birlikte, birçok konuda karar verici durumda. Avusturya’da da popülist sağcılar önde. Görünüşe göre İngiltere’de de Farage kamuoyu yoklamalarında önde gidiyormuş. Kurulu düzene bağlı olan ılımlı sağ ve sol partiler, bu yeni partilerin demokrasiye meydan okuyacağından endişe etmekle birlikte, bunlara karşı demokratik sistemi nasıl koruyacaklarını bilemiyorlar.
Sonuç: Otoriter sistemler güvenlik alanında yaptıkları katkı nedeniyle uluslararası camiayla eşit ortaklar olarak kaynaşmaya başlamışlardır. Kimse bunların otoriter yönetimini artık dert etmemektedir. Otoriter liderler rahat edebilirler.