Amazon’un kalbinde iklim için toplanan dünya liderleri, artık yeni vaatlerden çok eski sözlerin hesabını vermek zorunda.
1992’de Rio’da BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ni imzalayan tarafların konferansı anlamına gelen meşhur ‘COP’, tam 33 yıl sonra aynı ülkede, bu sefer Amazon’un kalbinde düzenleniyor.
Dünya’nın akciğerleri olan Amazon’un ortasında, insanlığın kendi nefesini tartışmak için buluşan liderler… Çok şiirsel değil mi!
Peki, 33 yıl önce söylenen ‘Gelecek kuşakların hakkını koruyarak kalkınmak’ konusunda ne durumdayız?
COP’lar ilerlemiyor, daire çiziyor.
Bu yılın zirvesi, 1,5 °C hedefinin fiilen kaybedildiği bir dönemde gerçekleşiyor. Her yıl aynı kelimelerle başladığımız hikâyeyi, biraz daha ısınmış bir gezegende yeniden yazıyoruz. BM Genel Sekreteri António Guterres’in ifadesiyle, ‘bu sadece bir bilimsel başarısızlık değil, ahlâkî bir ihmal.’
Küresel sera gazı emisyonları 2024’te yüzde 2,3 artarak 38 milyar ton seviyesine ulaştı. Fosil yakıtlar hâlâ küresel enerji tüketiminin yüzde 80’ini oluşturuyor.
Yani gezegenin akciğerlerinde düzenlenen zirve, aslında bir nefes darlığının tam ortasında yapılıyor.
Brezilya’nın ev sahipliği sembolik açıdan güçlü. Amazon ormanları dünya karasal karbon yutaklarının yüzde 10’unu oluşturuyor. Ama sembolleri bir kenara bırakırsak, insanlığın iki yüzlülüğü yine devrede.
Brezilya hükümeti, zirvenin hemen öncesinde Amazon’da yeni petrol sondajlarına onay verdi. Doğayı koruma söylemiyle enerji yatırımı gerçeği arasındaki çelişki, bu zirvenin de özeti gibi.
Belem’de gündem ne olacak?
COP30’un en sıcak başlıkları, adil geçiş ve iklim finansmanı olacak.
COP29’da gelişmekte olan ülkelere 2035’e kadar 1,3 trilyon dolar fon sağlanması kararlaştırılmıştı. Ancak, gelişmiş ülkeler bunun sadece 300 milyar dolar kısmını sağlayacaklarını, geri kalanı için özel sektörün ya da fon yaratacak mekanizmaların devreye girmesi gerektiğini açıkladılar. Ama bu rakam bile ABD’nin resimden çıktığı bir ortamda çok mümkün gözükmüyor.
Zirvede tartışılacak bir diğer başlık, karbon piyasalarının güvenilirliği. ‘Aşırı karbon kredisi kullanımının’ gerçek emisyon azaltımını gölgelediği eleştirileri artmış durumda. Yanlış da değil. Carbon Brief’e göre, piyasadaki kredilerin yaklaşık yüzde 60’ı ek azaltım yaratmıyor. Bu da küresel iklim hesaplarının önemli bir kısmının sadece kâğıt üzerinde yapıldığı anlamına geliyor.
AB’nin zayıflayan hedefleri
AB, COP30 arifesinde 2040 iklim hedeflerini yumuşattığını açıkladı. Yeni taslak, yüzde 90’lık emisyon azaltımı öngörse de bunun yüzde 5’ine kadarının uluslararası karbon kredileriyle karşılanmasına kapı aralıyor.
Bu, Avrupa’nın iç siyasi baskılara ve sanayi rekabetine karşı verdiği bir taviz. Karbon ekonomisinin alt yapısı ile ilgili konular da tartışma masasında.
Bu tablo, Rachel Carson’ın 1962’de Silent Spring’de yazdığı o uyarıyı yeniden hatırlatıyor: ‘İnsanın doğayı denetleme isteği, sonunda kendi kaderini denetleyememesine yol açabilir.’ Bugün iklim diplomasisinin en temel sorunu da bu.
COP30’un el yakan bileti!
COP30’un bir özelliği de aşırı pahalı olan lojistiği. Zirve şehri Belem’de konaklama fiyatları olağanüstü arttı. Ulaşım ve barınma krizine yönelik BM çağrıları sonuçsuz kaldı. İnşaat işçilerinin grevleri nedeniyle liderlerin kalacağı konaklama kompleksi tamamlanamadı.
Yüksek maliyeti dolayısıyla konferansa katılmak oldukça zor. STK’ların neredeyse imkânsız. Diğerlerine kıyasla delege sayısının bu yıl bu kadar az olmasının sebebi de bu.
İklim krizinin konuşulacağı bu konferans bile küresel sistemin ekonomik ve sosyal olarak ne denli problemli hale geldiğinin kanıtı.
Sonuç: Az laf, çok iş!
COP zirveleri bir zamanlar umut üreten platformlardı. Bugün artık bir tür uluslararası katarsise dönüşmüş durumda. Herkes günah çıkarıyor, kimse davranışını değiştirmiyor.
1,5 derece hedefi bu yıl ilk kez resmen başarısız ilan edilecek. Elbette, hiçbir ülke bu başarısızlığın sorumluluğunu üstlenmeyecek.
Ülkelerin artık taahhüt gösterisinden vazgeçip, somut eyleme geçmesi gerekiyor. Yıllardır sahnelenen bu oyun, konuya ilişkin kolektif güveni de yıkmış durumda. İklim diplomasinin kamuoyu nezdinde kaybettiği bu güveni yeniden tesis etmesi de şart.
Sessizlik, bazen çığlıktan daha ürkütücüdür. Rachel Carson’ın altmış yıl önce yazdığı gibi: “Doğanın sessizliği, insanın kendi sesini duymaya başladığı andır.”
Doğanın yankılanan sessiz çığlıklarını insanlık bu kez gerçekten duyacak mı? Göreceğiz...