Sürdürülebilirlik sadece ‘farkında olmak’ meselesi değil. Zaten farkındayız. Somut ilerleme için asıl mesele beynimizin nasıl çalıştığını anlayıp, sürdürülebilirliği ona göre tasarlamak olacak.
Sürdürülebilirlik alanında her yıl daha fazla veri, daha fazla kanıt ve daha iddialı hedefler ortaya konuyor.
Teknoloji hızlanıyor, şirket stratejileri gelişiyor, regülasyonlar artıyor. Fakat tüm bu ilerlemeye rağmen toplumların ve kurumların davranışlarında beklenen ivmeyi göremiyoruz.
Soru basit ama rahatsız edici: “Bunca keskin veriye rağmen neden hâlâ istenen dönüşümü sağlayamıyoruz?”
Bu sorunun cevabını Kognitif Nörobilim ve Nöropsikoloji Uzmanı Neşe Merdinler şöyle tanımlıyor: “Sürdürülebilirlik bir beyin işleyişi ve bilişsel dönüşüm meselesidir. Ve ne yazık ki bunun dikkate alınmaması, sürdürülebilirlik için harcanan zaman ve emeğin aleyhine çalışıyor.”
Beynimizin yazılımı
İklim krizinin uzun vadeli doğası, beynin evrimsel tasarımıyla çarpışıyor. Hızlı ödülleri seven, anlık tehditlere odaklanan bir sistemle yaşıyoruz. Gelecek ise beyin için soyut, uzak ve çoğu zaman ‘acil’ olmayan bir alan.
Öyle ya. İklim krizi uzun vadeli, yavaş, kademeli, soyut ve belirsiz. Beynimiz ise kısa vadeli, hızlı, somut, kesin ve acil tehditlere odaklı. Dolayısıyla, iklim krizi meselesi, beynimizin evrimsel yazılımına ters bir yapıda. İnsanlık adına varoluşsal bir konu olsa bile, iklim krizi beynimizde aynı tonda yankı bulmuyor.
Nörobilim araştırmaları, beynin temporal iskonto adı verilen bir fenomenle çalıştığını gösteriyor: Gelecekteki bir ödül ya da tehdit, bugünkünden daha az değerlidir.
Bu sadece bir tercih değil, nöral bir gerçeklik. Beynimiz gelecek planlaması yapabilse de, sistemimiz ‘şimdi’ye odaklanıyor. Ve genellikle kazanan ‘şimdi’ oluyor.
Sürdürülebilirliğin görünmez rakibi: Dopamin
Beynimizde dopamin denen bir kimyasal var. Bu kimyasalın görevi bizi mutlu eden, tatmin eden şeylere yönlendirmek.
Tüketimin nörobiyolojik cazibesi burada devreye giriyor. Satın almak, tüketmek, yenisini edinmek… Hepsi beynin bu ödül merkezini anında tetikliyor. Tüketim çılgınlığının arkasındaki temel neden de bu.
Oysa sürdürülebilir davranışlar dopamin açısından yavaş, hatta çoğu zaman ‘ödülsüz’. Bu yüzden sürdürülebilirlik eylemleri erteleniyor ya da geri plana atılıyor.
Bu nörobiyolojik gerçeği anlamak, sürdürülebilirlik çabalarının neden sadece bilgilendirme ve bilinçlendirmeyle sınırlı kalmaması gerektiğini açıklıyor. Davranış değişikliği için beynimizdeki bu işleyiş sistemini yeniden tasarlamak gerekiyor.
Düşünce tuzakları
Beynimizde bazı düşünce tuzakları ve önyargılar var. Bunlar da iklim krizi ve sürdürülebilirlik konusundaki tepkilerimizi sistematik olarak bozuyor.
Sıklıkla duyduğumuz cümlelere bir bakın:
“Kimse dönüşüm yapmıyor, ben de yapmayayım. Çünkü normal olan bu.”
“2050 çok uzak bir tarih. Tehditler gerçek bile olmayabilir.”
“Sadece ben plastik poşet kullanmasam ne değişecek ki? Fabrikalar zaten kirletiyor.”
“Alışkanlıklarım var. Nasıl değiştireceğim. Arabamdan ayrılamam. Her sabah kullanıyorum.”
Bunlar, bireysel olduğu kadar kurumsal kararların da zeminini belirliyor.
Kurumsal dönüşüm neden takılıyor?
Karbon dönüşüm planları, strateji dokümanları, ESG taahhütleri… Kurumsal dünyada yoğun bir ajanda var gibi gözüküyor. Ama bunların hiçbiri, insan davranışlarını anlamadan ve değişimi programlamadan gerçek karşılık bulmuyor.
Kurum içindeki alışkanlık belleği, konfor alanı, risk algısı ve belirsizlikten kaçınma gibi tepkiler nörobiyolojik düzeyde yerleşmiş mekanizmalar. Kurumsal dünyada teknik dönüşüm kadar davranışsal dönüşüm de bir zorunluluk.
Alışkanlıklar, kültür ve strateji dönüşümü için kurumlarda liderden başlayarak, zihinsel dönüşümü programlamak gerekiyor. Nörobilim de bunun için esaslı yöntemler sunuyor.
Akıllı sürdürülebilirlik beyinden başlamalı
Sürdürülebilirlik, teknoloji, uygulama, hedef ve politikalar kadar insan davranışlarıyla da ilgili. İşte, nöro-sürdürülebilirlik de bu gerçeği merkeze alan bir yaklaşım.
Çevresel aklın nörobilimsel içgörülerle, uzun vadeli hedeflerin kısa vadeli içsel motivasyonlarla, sürdürülebilirlik stratejilerinin ödül sistemleriyle ve bilginin davranış bilimiyle birleştirilmesi ve beynimizin buna göre çalışmasını sağlamak gerekiyor.
Son Söz: Dönüşümün anahtarı beynimizde
Bugün geldiğimiz noktada, sürdürülebilirlik gibi karmaşık, çok katmanlı, çoğu zaman soyut ve uzak bir kavram için öncelikle insan beyninin çalışma mekanizmasını ve gereken dönüşüm için nasıl yeniden programlanacağının anlaşılması şart.
Gerçek ilerleme, ancak nörobiyolojik gerçekliği görmezden gelmeden, davranışı merkeze alan bir yaklaşımla mümkün.
Sürdürülebilirlik sadece ‘farkında olmak’ meselesi değil. Zaten farkındayız. O noktayı çoktan geçtik. Somut ilerleme için asıl mesele beynimizin nasıl çalıştığını anlayıp, sürdürülebilirliği ona göre tasarlamak olacak.
Çünkü en sade, en dürüst gerçek şu: Zihin değişmeden davranış, davranış değişmeden de dünya değişmez.