Türkiye biraz daha farklı, daha karmaşık bir görünüm sunuyor. Özellikle son 7-8 yıllık dönemde, belirgin bir doktrine oturmayan, tutarsız bir çizgi izledik.
Son dönemde küresel ekonomi ve jeopolitik düzende yaşanan gelişmeleri en çarpıcı biçimde anlatan cümle, bence Profesör Nouriel Roubini'den geldi. "Stabilite döneminden belirsizliğe, istikrarsızlığa doğru gidiyoruz. Bu dümdüz kaos. Kim haklıdan kim kuvvetliye gidiyoruz. Orman kanunu geçerli" diyordu Roubini.
Roubini'nin "orman kanunu" dediğine ben "Orta Çağ’a dönüş" diyorum.
Geçen hafta Mahfi Eğilmez ile birlikte yaptığımız podcast programımız "Sesli Ekonomi"de, ekonomik doktrinleri ve ekonomi politikalarını konuştuk. 19. yüzyıla damgasını vuran klasik liberal iktisatçılardan ve 20. yüzyılda ortaya çıkan Keynesyen anlayışına kadar uzanan tarihi bir perspektifle değerlendirme yaptık.
Klasik ve Keynesyen yaklaşım
Klasik iktisatçılar, ekonominin kendi kendine dengeye geleceğine inanıyorlardı. Ekonomide devlet müdahalesi olmaması; üreticinin serbestçe üretmesi, malların serbestçe dolaşması gerektiğini düşünüyorlar. "Görünmez el"in de yardımıyla serbest piyasanın dengesini kendi kendine kurabileceğini söylüyorlardı.
Ancak bu yaklaşımın 1929 Büyük Buhranı'nda işe yaramadığını gören John Maynard Keynes ise ekonomilerde talep yetersizliği olduğunda, piyasalar kendi kendini toparlayamayacağını ve böylesi bir durumda devletin aktif müdahalesinin gerektiğini savundu. Keynesyen yaklaşım; böylesi dönemlerde kamu harcamalarının artırılmasını, maliye politikasının etkin bir şekilde kullanılarak vergilerin düzenlenmesini, aynı şekilde etkin para politikası kullanımı ile faizlerin kontrol edilmesini öneriyordu.
Bugünün ekonomi politikaları
Bugün küresel ekonomiye damgasını vurmaya başlayan politikalar ise bu iki yaklaşıma da uymuyor. Bugün uygulanan politikalar, aslında 1600 ve 1800 yılları arasında hüküm süren merkantilist dönemde uygulananlardan çok farklı değil.
Merkantilist anlayışta amaç, devletin zenginliğini altın ve gümüş gibi değerli madenlerle artırmaktı. Bunun için ihracatı artırmayı ve ithalatı azaltmayı öngörüyordu. Yani dış ticaret fazlası verilmeliydi ki hazineye altın girsin. Gümrük vergileri, ithalat yasakları, yerli üretim teşvikleri bu anlayışın teme araçlarıydı. Devlet, ekonomide aktif bir rol üstlenir, milli çıkarlar bireysel çıkarların önüne geçerdi. Bu yaklaşım aynı zamanda güçlü bir orduya ve sömürgeciliğe de dayanıyordu.
Orta Çağ’ın merkantilizmi 20. yüzyılda karşımıza makyajlı bir şekilde neo-merkantilizm olarak çıktı. Günümüzde de farklı biçimlerde varlığını sürdürüyor. Milliyetçi, korumacı, devlet merkezli politikalar birçok ülkede hâkim.
Bugünün merkantilist uygulamaları
Bugün pek çok ülkede, gümrük vergileri, kotalar, "yerli malı" kampanyaları, yerli sanayinin desteklenmesi için teşvikler, vergi indirimleri, devlet destekli yatırımlar devam ediyor. Devletler ekonomide etkin rol oynamaya çalışıyorlar; stratejik sektörlerde sahipliğin önemi daha fazla vurgulanıyor. Ekonomik kararlar ulusal güvenlik stratejileriyle birlikte değerlendiriliyor.
"Make America Great Again" kampanyasını başlatan ve tarifelerle yerli sanayisini korumaya çalışan ABD, bu yaklaşımın en net örneğini veriyor.
İhracat odaklı büyüyen, yerli markalarını destekleyen, parasını değersiz tutarak kurlara müdahale eden Çin ya da sürekli ihracat fazlası vermek zorunda olan Almanya'nın o kadar çok ortak merkantilist özellikleri var ki. Aynı şekilde Modi'nin Hindistan'ı ya da 2022'ye kadar iktidarda olan Bolsonaro'nun Brezilya'sı da benzer eğilimler gösterdi.
Türkiye'nin durumu
Türkiye ise biraz daha farklı, daha karmaşık bir görünüm sunuyor.
Özellikle son 7-8 yıllık dönemde, belirgin bir doktrine oturmayan, tutarsız bir çizgi izledik. Bazen kuralsızlık hüküm sürdü. Bazen de aynı anda biraz liberal biraz da Keynesçi takıldığımız ama aynı zamanda merkantilist uygulamaları da içine kattığımız garip politikalar seti uyguladık. Yeri geldiğinde para politikaları sıkılaştırıldı, yeri geldiğinde kontrolsüz bir şekilde genişletildi.
"Yerli ve milli" dedik; ihracatı teşvik ettik ama ithalata bağımlılığı azaltacak önlemleri alamadık. Bazen fiyat kontrollerine yöneldik.
Sonra ekonomi raydan çıkınca "kurallı ekonomiyi" hatırladık. "Hadi dağılan ekonomiyi toparlayalım, çeki-düzen verip kurallı ekonomiye geçelim" dedik ama becerebildik mi pek emin değilim.