Tarımda hep fiyat, girdiler, ithalat, dışa bağımlılık, iklim, su konularını konuşuyoruz. Yaşanan sorunlara çözüm bulmaya çalışıyoruz. Fakat, gelinen noktada üretici, alıcı, sanayici, ihracatçı, tüketici hiç kimse memnun değil. Niye böyle oldu? Nerde yanlış yaptık? Yapılan hatalardan geri dönüş var mı?
Kendi adıma hep umutlu oldum. Ülkenin sahip olduğu tarım potansiyeli doğru değerlendirildiğinde sorundan çok büyük bir zenginlik elde edildiğini bildiğim için umutluyum. Mustafa Kemal Atatürk’ün tarım konusundaki çalışmaları, çabaları bize bunun mümkün olduğunu gösterdi. Ne zaman ki O’nun yolu terk edildi ve dışarıdan reçeteler uygulanmaya başlandı ülke sorunlar yumağına döndü.
Anadolu’da, Trakya’da, ülkenin farklı yerlerindeki başarı hikayeleri bana çok umut veriyor. O başarı hikayelerinden birisini de İlhan Koçulu’nun öncülüğünde Kars’ın 2400 metre rakımdaki Boğatepe Köyün’de yaşandı.
Bursa Orhangazi’de 4-5 Aralık’ta Hektaş Farm tesislerinde düzenlenen Çiftlik Zirvesi/Global Farm Summit’teki konuşmacılardan birisi de İlhan Koçulu’ydu. Mera hayvancılığının sürdürülebilirliğini ve köyünün değişim öyküsünü anlattı. İlhan Koçulu’nun çabaları ile köylünün kaderinin nasıl değiştiğini, tarımsal potansiyelin nasıl zenginliğe dönüştürüldüğünü, kendi kaynaklarımızla daha sağlıklı gıdaların nasıl üretildiğine sizde tanık olacaksınız. O konuşmanın geniş bir özetini paylaşıyorum.
200 yıllık çoban bir ailenin 4. kuşak peynir ustası
“Ben İlhan Koçulu. Kars’ın Boğatepe Köyü’nde, bilinen yaklaşık olarak 150 yıl peynircilik, 200 yıldır da çobanlık yapan bir ailenin 4. kuşak peynir ustasıyım.
Burada çiftçi arkadaşlar var, hayvancılık yapıyorlar. Onlarla bizim çobanlığımız arasında bir fark var. Biz hayvanlarımızı 5-6 ay meralarda besliyoruz. Sonra da ahırda beslediğimiz 5-6 ayın yeminin yüzde 80’nini kendimiz üretiyoruz. Onun için biz çoban ya da rençberiz. Siz, tel örgülerle çevrilmiş bir alanda bu işi yaptığınız için siz çiftçisiniz. Sizi çobanlığa davet ediyorum. Eğer düşük maliyetli, düşük girdili gıda üretmek istiyorsanız bizim modelimizi ya da insanlık tarihinin geliştirdiği en büyük uygarlık olan tarım uygarlığının bu modelini iyi anlamak gerekiyor.
Boğatepe Köyü, Kars'ın kuzey batısında 2 bin 400 metre rakımda, 2 bin 800 metrede de meraları olan bir köy. 1970'te 215 hane, 10 bin büyük hayvanın olduğu, 30 tane irili ufaklı mandıranın yani ürettiği sütü mamul ürüne dönüştürüp pazara kavuşturan işletmenin olduğu bir yerdi.
Köyler neden boşaldı?
Ben 1999'da köye dönmek zorunda kaldım. Nasıl dönmek zorunda kaldım? Şimdi hepimiz Osmanlı'nın takipçisi bir devletin, bir topluluğun mirasçılarıyız. Toprak, mülk devletindir. Onun için analarımızın hafızası, ailelerimizin hafızası şöyle oluştu. Oku, git devlet kapısında görev al. Ya da git bir yerde çalış, köyden kurtul. Sonra Cumhuriyet toprakları verdi bize. Tapuları koyduk cebimize. Ama o bilinçaltı hala gitmemiş. Dün burada bir genç çiftçi hala diyor “babam dedi oğlum çiftlikten uzak dur” diye. Dinlerken anamı duymuş gibi oldum. Anam “aman git” derdi. O bakış açısı şu sonucu doğurdu. Bakın 1970’te 215 hane olan köyümüz 63 haneye indi. Köy 63 haneye inerken bir de küresel gıda politikalarının hükümet politikalarıyla örtüşmesinin de etkisi vardı.
Gıda rızıktı, metaya dönüştü
Şimdi gıda, bizim inancımıza göre her canlı rızkıyla doğar. Gıda rızıktı. Ama gıda küresel bir bakış açısıyla ekonomik bir değere, metaya dönüştü. Gıda metaya dönüşünce köylerin boşaltılması gerekiyordu. Gıdayı üreten aktörlerin değişmesi gerekiyordu.
Gıdayı üreten aktörler değiştikçe, gıda metaya dönüştükçe, girdisi yüksek gıda üretimi süreçleri başladıkça, yeni sektörler gıdanın üzerinde çevresinde oluşmaya başladı.
Ben demin dedim 150 yıllık peynir üreticisi bir ailenin 4.kuşak çocuğuyum. Bizde 1 kilo peynirde süt maliyeti yüzde 83, işçilik, taşıma şu, bu diğerleri yüzde 17 idi. Biz, 5 ay 6 ay meralardan yararlanıyorduk.Yazın topluyorduk arazide, ki biz yine öyleyiz. Yazın ekip, biçip topluyoruz. Hayvana yedirdiğimiz yemin yüzde 90'ını kendimiz tedarik ediyoruz. Sadece yüzde 10 dışarıdan alıyoruz.
İnek başına 1400-1500 dolar kazanıyoruz
Benim ineklerim 500 kilosunu danaya ayırsak kaçağa ayırsak bana 1,5 ton süt veriyor. Yani 2 ton süt üretiyor. 500 kilosunu danaya veriyor. 2 ton süt bir tane dana, ve bende 500 hayvan var. 150, 150 tane sağmal. Dün burada süt fiyatını, maliyetleri hesaplayan hocamın verilerine baktık. Bize hiç uymuyor. Bizim1400, 1500 dolar inek başı yıllık gelirimiz var. Çünkü girdilerimiz düşük. Göbeğimizden toprağımıza, meramıza bağlıyız. Göbeğimizden girdi ekonomisine bağlı değiliz.
Dolarla girdisi olan bizde tek ilaçtır. Bu ilaç da hemen burada bir müsteşar bey oturuyordu. Keşke gitmeseydi. Onların döneminde başlayan ithalatla her grupla sürekli bir hastalık geldi. Sürekli hastalıklar geldi. O hastalıklar gelmeden önce bizim ineğimiz doğurdu mu 15 gün yavruyu ananın yanında tutuyorduk ki ana yavrusuyla iyi bir şey olsun, süreç başlatsın. Şimdi dün hoca diyor ki inek doğurduktan sonra bir saat içinde yavruyu ayır. Ya nasıl ayırayım ben yavruyu bir saat içerisinde?
Buzağıyı ayır ve kulübeye koy deniliyor. Eee kulübe demek yeni bir girdi demek. Yani bunların hepsi üstü üstüne toplanıyor, süt maliyetine, peynir maliyetine, şuna buna ekleniyor. Ondan sonra tüketiciye fiyatlar çok yüksek geliyor.
Yüksek girdili tarım köyü boşaltıyor
Bizim gibi çobanların, rençberlerin ürettiği ürünlerin maliyetleri daha aşağıda iken girdisi yüksek tarıma döndü mü köyler boşalıyor. Boşaltılma nedeni bu. Hane sayısı bunun için 63’e düştü.
Bu 63'ü nasıl değiştiririz? 2000 yılında köye gitmek zorunda kaldım. Gittim köyde kaldım. Borcum vardı, çok da seviyordum. Kime borcum vardı? O araziye, o taşa, o dağa, o topraklara borcum vardı. Orada yaşayan insanlara borcum vardı. Peyniri, peynir ustalığını da çok seviyordum.
Onu yapacağım da köyün kapasitesi yetmiyor. Köydeki 50 işletmeyle, 50 çiftçiyle hiçbir şey yapamazsın. Biz 100 kilometre çaptaki 10 köy ile bir yola çıktık. Bu köylerin iki tanesi 2 bin 400 metre rakım, diğerleri 1400 ile 1800 metre rakım arasında. Bir grup hayvansal yemler, gıdalar üretecek. Bir grup da hayvancılık yapacak. Onlar kendi aralarında bir dayanışma oluşturacaklar. Bu amaçla yola çıktık.
Yerel tohumlara döndük
Yerel tohumlar alıyoruz. Tohum yine ziraatte, zirai üretimlerde en büyük girdilerden birisidir arkadaşlar. Onun için bölgeye uyumlu yerel tohumlarımızın peşinde koştuk. Sonra bu konularda sürekli köylerde toplantı yaptık. Yaklaşık 20 köy seçtik. O, 20 köyde 2 yıl toplantılar yaptık. 2 yıldan sonra 10 köy ile birlikte yürüme kararı aldık.
Bakın burada kavılca diye bir tohum var. Kapçıklı bir buğday. Kurak iklim tohumudur. Antik bir buğdaydır. Tohumluk ayırma kültürünü unutmuştuk. Giderek de unutuyoruz. Yaşlılardan tohumluk ayırma kültürünü edindik. Ortak makine, ortak ekipman kullanımıyla tohumlarda verimliliği artırma amacıyla 10 köyde kullandık. Bir tane makine aldık 10 köyde kullandık. Ama şu anda her köyde bir tane var. O köyler tohumlarını kendileri ayrılıyorlar, kendi topraklarında. Ayrıca 2-3 yılda bir de komşu köylerde tohumu takas ediyorlar. Bu girdiyi azaltıyor.
Bizde olmazı tersine çevirdik
Dün hani Ahmet Şerif İzgören diyordu ya köye gider anlatırsın "Aa bizim köyde olmaz” derler. O bizde olmazı tersine çevirdik biz. Nasıl tersine çevirdik?
Bir kez güven vereceksin. Kooperatif kurduk, dediler “bizi dolandıracaksınız.” Dernek kurduk, “sizin derneğiniz” dediler. Derneği onlara kurdurduk, bizim dernek oldu. Sonra eğitime, bilgiye ulaşmalarını sağladık. Burada o eğitimlerle ilgili kadınlı, erkekli, iletişim eğitimi, ne bileyim yogası, organik tarım eğitimi, şifalı bitkiler. Bunların toplanması, kurutulması, kullanımı, ilk önce kendileri için, ondan sonra satışa yöneldiler.
Bu ,ürünleri değerlendirmek için bir makine alacağız, 70 bin Avro dediler. Biz 70 bin Avroyu bir arada görmedik hiç. Sonra köydeki mühendisleri, bu batıda çalışan mühendisleri topladım. Onlar geldi, Balıkesir'de vardı bir tane. Oradan modelini aldılar. Kendileri Adapazarı'nda yaptı, gönderdiler, 11 bin liraya mal oldu bize. Vallahi yaklaşık 17-18 yıldır da çok iyi kullanıyoruz. Hiç bir sıkıntı yok.
Köye aidiyeti sağlayarak göçü önledik
Sonra 2400 rakımdayız ya. Göçü tetikleyen nedenlere bakıyorsun köydeki hane sayısı 200'den nasıl 65'e düşmüşüz, 55'e düşmüşüz? Aidiyet yok. Allah'ın dağındayız, 2 metre karın altındayız ve 6 ay kış, 6 ay yaz. Aidiyet yok. Aidiyeti geliştirebilmek için ilk önce ne yaptım biliyor musunuz? Hep şöyle diyorlardı; “Ya siz İstanbul'dasınız, hanımlarınızın tırnağı ojeli, dudağı boyalı. Siz oralarda gezip tozuyorsunuz. Biz burada hayvanın içinde, karın kışın altında mahvolduk.”
Göçü tetikleyen kadındır köylerde. Bunu iyi bilin. Ben onları aldım şehre götürdüm. Kışın birer hafta 10 gün şehirde hepimiz akrabayız ya. Akraba evlerinde akşam kadınların evlerinde misafir ettik. O dönem 2000'li yıllar, arabamız falan yok. Akşam evden eve geçirirken iş çıkışı saatlerine denk getirdim. 20 aileyi İstanbul'da misafir ettim. Döndüklerinde kendi aralarında biz burada cennette yaşıyoruz. Televizyonda görüldüğü gibi değili anladılar.
Sonra aidiyetlerini asıl geliştiririz? Sosyalleşmelerini nasıl yaparız? Bunların sosyalleşme sorunları var. En büyük sorunlarından birisi onları nasıl çözerize baktık. Şimdi örtü altı eğitimlerini aldıktan sonra burada sebze yetişiyormuş. Otun dışında sebze yetiştiğini gördüler. Bakın o eğitimler seralara dönüştü. Karbon ayak izi olmayan gıdalar Kars için. O çok ciddi bir yere geldi. Kars patatesini kendisi üretmeye başladı. Yeşilliğinin yüzde 30’unu kendisi üretmeye başladı.
Yerli ırklarla mera hayvancılığını geliştirdik
Biz, mera hayvancılığı yapıyoruz. Bizim hayvan ırklarımız. Zavot, Montofon ağırlıklı, Saha hastalıklarına uyumlu ve hayvan başı, inek başı 1400 dolar net para kazanıyoruz. O karagözlü Doğu Anadolu kırmızısı en sevdiğim hayvan. Çünkü en az girdi ile besleniyor. Anadolu kırmızısı 13 kilo su içiyor. Senede1.5 ton yemle bir yılı deviriyor. Holstein inek kaç kilo su içiyor? 80 ile 100 kilo arası. Kaç ton yem yiyor? Yılda 20-21 ton yem tüketiyor. Şimdi verimlilik tartışılıyor iki gündür.
Verimlilik için girdi ile çıktının arasındaki farka bakmak lazım. Benim elimde ne kalıyor? Ben ona ne verdim, ne aldım? Biz ne veriyoruz, ne alıyoruz? Bizim yerli ırklara ne versek üç katını bize geri veriyorlar.
Köye yılda 23 bin turist geliyor
Yıllık 23 bin turist geliyor, 12 bin kahvaltı var, 1.800 konaklama var, 2 bin-2 bin 500 öğle ya da akşam yemeği var. Tümü evlerde. Bu evlerde yapılan bu işlemler bir müddet sonra siz geldiniz, evimde misafir oldunuz. Oradan hoşunuza giden ürünleri gittikten sonra benden aldığınız telefonla benimle de iletişime geçerek kargo ile istiyorsunuz. Şu anda Boğatepe köyünden her hafta cumartesi ve salı günü yurt içi kargo bir kamyon dolusu kargo çıkarıyor.
Bu, köy halkının hem sosyalleşmesini hem de turistlerden gelirler elde etmesini sağladı. Öğrencilerle yaz okulu gibi okullar yapıyoruz.
Peynir yapımı, hamur, fide yetiştirme, gelenlerle evlerde oturma ve şu anda köy 110 haneye çıktı. Daha da artacak. Hayvan varlığı 4 bin 300’e çıktı. Şimdi 7 tane onaylı mandıramız var. Köyde yılda 200 ton gravyer peyniri üretiliyor. Gravyerın üretildiği tek köyüz arkadaşlar. Ayrıca 250 ton eski kaşar, 200 tonun üzerinde de et üretiyoruz, ülke ekonomisine katkı olarak.
Evet, biz doğanın sürdürülebilirliğini, yaşamın kendisi olduğuna inananlardanız. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Gıdanız, şifanız olsun. Girdisi düşük tarım hedefimiz olsun.”
Sevgili İlhan Koçulu’nun anlattıklarından alınacak çok dersler var. Anlayabilene.
Geleneksel peynirler için müze kuruldu
Bir tane müze kurduk. Eski bir peynir atölyemiz vardı. Onu müzeye dönüştürdük. Geleneksel peynirlerin yapımı ile ilgili eğitimler, onlara coğrafi işaret aldık. Slow Food’a katıldık. Presidium ödülü aldık.
Köyümüzde benim de okuduğum bir okul vardı. Bu okul harap haldeydi. Bu okulu onardık. Köy öğretmeni müzesine dönüştürdük ve ciddi eğitimler, aktiviteler yaptık.
O sosyalleşmeyi sağlamak için de kırsal turizmi başlattık. Bu kırsal turizmin ismi ya da yapılma yöntemi “dayanışmacı turizm” olarak yapıyoruz. Evlerde barındırıyoruz. Gelenlerin tümü evlerde kalıyor. Köyde işletme yok.
