Korumacılığın arttığı, gelir dağılımının bozulduğu, ekosistem krizinin etkilerinin derinleştiği bir dünyada, başka bir bankacılık şart ve kalkınma bankacılığı ile mümkün.
Bugün 2 Haziran, TSKB Kalkınma Günü. Kutlu olsun!
Geçen hafta başladığım “Şimdi yeni bir bankacılık lazım!” yazı dizisine devam etmek için de harika bir gün!
Aslında diyeceğim basit: Kadınları işgücüne sokamadığımız, gençlere iş bulamadığımız, ekosistem krizi ile mücadele hedeflerinin gerisinde kaldığımız, çocukların açlıktan ölmesine engel olamadığımız bir dünyada, en büyük başarımız kendi kendine paralel park yapabilen araçlar üretmek olmamalı.
Bugün tüm dünya, tarifeleri ve merkez bankalarını konuşuyor. Türkiye’de de enflasyon haklı olarak çok önemli bir gündem. “%5’lik hedefimize ulaşabilecek miyiz?” diye sormak şart ama tek başına yetmez. Çünkü enflasyonu düşürmüş ama küresel rekabet trenini kaçırmış bir ülke olmak da istemeyiz, değil mi? Yorulmadan yazacağım: Bir merkez bankasının tek hedefi fiyat istikrarı olabilir ama bir ülkenin tek hedefi fiyat istikrarı olamaz.
İşte tam bu yüzden ekosistem krizi ile mücadeleyi, teknolojik dönüşümü ve sosyal sermayeyi konuşmamız gerek. Nitekim 28 Mayıs’ta ikincisini gerçekleştirdiğimiz TSKB Kalkınma Günü Konferansı’nda konuşan Nobel ödüllü iktisatçı Prof. James Robinson, Prof. Ufuk Akçiğit, Prof. Selçuk Şirin, EBRD’den Doç Dr. Cevat Akgiray’ın uzlaştığı düzlem de buydu. Eklemesi de benden gelsin: Çok uzun yıllar tarihsel olarak düşük seyreden faizler ve hâlâ çok yüksek olan küresel likiditeye rağmen, dünyada potansiyel büyümenin neden düştüğünü de konuşmamız gerek.
Dikkatli gözlerden kaçmamıştır. Büyüme değil, potansiyel büyüme diyorum. Potansiyel büyümeyi yükseltmek, manşet büyümeyi yükseltmekten daha zordur. İçinde makine, teçhizat yatırımı elbette vardır ama tek başına yeterli değildir. Potansiyeli artırmak demek, insana da yatırım yapmak demektir. İnsana, eğitime, sağlığa, verimliliğe… Bu saydıklarım size bir yerden tanıdık geldi mi? Evet, kalkınma bankacılığı, tam da bu çerçeveyi desteklemek için var.
1960’ların başında, dünyada 300-400 kadar kalkınma bankası olduğu tahmin ediliyor. Bugün bu sayı 500-600 arası. Adet olarak baktığımızda, kalkınma bankaları ve kalkınma finansmanı kuruluşlarının payı, toplam bankacılık içerisinde %5’in altında ama dünyadaki yatırımın %10’unu finanse ediyorlar.1 Bu, elbette her kalkınma bankası için geçerli değil, arada ciddi ölçek farkları var ama şurası kesin: Kalkınma bankaları, kendi ağırlıklarından daha fazlasını mobilize edebiliyorlar.
Öte yandan malumunuz, dünyada bir “yeşil merkez bankacılık” fırtınası da esiyor. Ben de buradaki uluslararası tartışmalara katkı vermekten dolayı mutluyum (Ünüvar, Yeldan, 2023). Durduğum yeri size özetlemek isterim: Hem fiziksel iklim risklerinin hem de ekosistem krizi ile mücadele için yapılan düzenlemelerin enflasyon, üretim ve finansal istikrar üzerindeki etkileri, merkez bankalarının gözlerini kapatamayacağı kadar büyük. Lakin merkez bankalarının kendilerini yeterince meşgul eden görev tanımları zaten var. Yeşil dönüşümü onların omuzuna yüklemek hem fiyat istikrarına hem de yeşil dönüşüme haksızlık etmek olacaktır. Bunun yerine kalkınma bankacılığını desteklemek, yeşil dönüşümü hızlandıracak ve merkez bankalarının üzerindeki “görevlerinin ötesinde yeşillenme” baskısını azaltacaktır.
Velhasıl muhteremler, korumacılığın arttığı, gelir dağılımının bozulduğu, ekosistem krizinin etkilerinin derinleştiği bir dünyada, başka bir bankacılık şart ve kalkınma bankacılığı ile mümkün. Elini taşın altına koyduğunda hem o taşı hem de dünyayı yerinden oynatabileceğine inananlara, geride kimseyi bırakmak istemeyenlere duyurulur!
1http://www.dfidatabase.pku.edu.cn/