Bu günlerde uluslararası siyaset alanında inandırıcılık konusu sık sık gündeme geliyor. Galiba bunun başlıca sebebi inandırıcılıktan yoksunluk.
Gerek ulusal gerek uluslararası siyasette gücün değerli kaynaklarından biri de inandırıcılıktır. En yalın şekliyle, inandırıcılık başkalarının söylediklerinizi yapacağınıza inanmalarıdır. Pekiyi, başkaları size niye inansınlar? Eğer geçmişte verdiğiniz sözleri yerine getirmişseniz, size inanmamaları için bir neden yoktur. Pekiyi, insanların zaten sözünde durması tabii değil midir? Herhalde öyledir ama siyasette güçlü konumu olanların, karar vericilerin, liderlerin bir konuda söz vermekle birlikte, bilahare şu veya bu sebepten fikir değiştirdikleri ve bambaşka şeyler yaptıkları sıkça görülmektedir. Bu gerçeğin tabii sonucu olarak kişilerin inandırıcılığı da farklı seviyelerde olabiliyor. İnandırıcılığı daha düşük kişilerin başkalarını ikna etmekte daha az başarılı olduğunu işaret etmeme herhalde gerek yok.
Ülkemizde inandırıcılığın ne demek olduğunu gösteren klasikleşmiş bir örnek var. Kurtuluş Savaşımızın önderleri ve cumhuriyetimizin kurucularından İsmet İnönü sözünü yerine getirmesiyle de ünlüydü. Askeri görevlerinden sonra sivil hayatı seçmiş, başbakanlıktan başlayıp cumhurbaşkanlığına kadar uzanan görevlerde bulunmuştu. 1962 yılında 1960 askeri müdahalesinin vaatlerini yerine getirmediğini düşünen bir grup subay iktidara el koymak istedi ve Ankara’da bazı önemli yerleri ele geçirdi. Ordunun büyük bir kısmı bu girişimi desteklemese de kalkışmaya yönelenler iktidara el koymakta ısrar ediyorlardı çünkü ok yaydan çıkmıştı. Israrın kanlı bir mücadeleye yol açması muhtemeldi. O sırada başbakan olan İnönü, ihtilalcilere teslim olmaları durumunda kendilerine herhangi bir işlem yapılmayacağı vaadinde bulundu. Vaadin hukuka uygunluğu için bir değerlendirme yapamayacağım ama ihtilalciler iktidarda bulunan İsmet Paşa’nın sözünde duracağına güvenerek müdahalelerine son verdiler. İnönü ise hem parlamentoyu hem de kamuoyunu başka çare olmadığı konusunda ikna edebildi. Şayet ihtilalciler başbakanın sözüne güvenmeselerdi, ülke silahlı bir mücadele serüvenine sürüklenebilirdi.
Bu günlerde uluslararası siyaset alanında inandırıcılık konusu sık sık gündeme geliyor. Galiba bunun başlıca sebebi inandırıcılıktan yoksunluk. Örneğin en çok tartışılan konu Birleşik Devletler’in ihtiyaç halinde Avrupa’yı savunmaya gelip gelmeyeceği. ABD ve Avrupa arasında güven kaybının köklerini Trump’ın ilk başkanlık döneminde Avrupalıların savunmalarına ayırdıkları miktarları artırmamaları durumunda Amerika’nın Avrupa’yı savunmayacağına ilişkin beyanına bağlamak mümkündür. Her ne kadar daha sonra Biden ülkesinin her zaman kendilerini savunacağını açıklasa da güven bir kere sarsılmış, Avrupalılar, Amerika’nın kıtalarını savunmasının uluslararası siyasetin değişmez bir kuralı olmadığını idrak etmişlerdir. Trump’ın ikinci bir dönem için seçilmesi, Avrupalılara savunmaları için daha fazla sorumluluk yüklenmeleri gerektiğini bir defa daha hatırlatmıştır. Gelecekte göreve gelecek Amerikan başkanları ülkelerinin Avrupa’yı savunmayı taahhüt ettiğini ileri sürseler bile, artık Avrupalıların böyle bir beyana körü körüne inanmaları ihtimal dışıdır.
İsrail, ABD ve Avrupa’nın eleştirilerini inandırıcı bulmuyor
İnandırıcılıktan uzak düşmek, bazı ülkeleri kuralsız davranmaya da teşvik etmektedir çünkü bu ülkeler eleştirileceklerini ama kimsenin kendilerine karşı ciddi bir tedbir almayacağını düşünmektedirler. Bunun günümüzdeki örneği İsrail’in Gazze’deki politikasıdır. İsrail Gazze halkını bölgeden sürmeye çalışmakta, gerek Avrupa ülkeleri gerek Birleşik Devletler ise İsrail’i eleştirmekten geri kalmamaktadır. İsrail’in Hamas’ı yenmek gerekçesiyle masum Filistinlileri öldürdüğüne, düşmanlarının da işine yarayacağını ileri sürerek bölgeye gıda ve ilaç sevkinin engellediğine işaret edilmektedir. Ancak, İsrail’e dönük Avrupa-Amerika eleştirileri, bunları İsrail hükümetinin inandırıcı bulmaması dolayısıyla etkili olamamaktadır. İsrail hükümetinin izlediği siyasete sert biçimde karşı çıkılsa da, Amerikalıların ve başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin en son tahlilde İsrail’e destek çıkacağına güvenmektedir. İsrail hükümeti, Amerikan ve Avrupa hükümetlerinin, Netanyahu’nun izlediği siyasete sert biçimde karşı çıkacaklarına inansaydı, muhtemelen çok farklı davranacaktı.
İnandırıcılığı inşa etmenin çok uzun bir süreci gerektirdiğine dair yerleşik bir kanı vardır. Karşı tarafın davranışını bilinen sınırlar içinde tutacağına güvenmek gerekir. Buna karşılık, bir defa dahi olsa, beklenenin dışında davranmak inandırıcılığı aşındırır. Ancak şu sıralarda uluslararası siyasetin yürütülüşüne baktığımızda, gerek hükümetlerin gerek liderlerin o an için çıkarlarına hizmet eden tavırları benimsediklerini, eylemlerinin uzun dönemdeki etkisi üzerinde durmadıklarını görüyoruz. İnandırıcılık çok önemli bir güç kaynağı olabilir ama günümüzün liderleri böyle bir kaynağa fazla değer vermez görünüyorlar.