Kurumların geleceği, yalnızca teknik ESG skorlarıyla değil, özellikle zor dönemlerde hangi değerleri korumaya devam ettikleriyle belirleniyor.
Kurumsal dünyanın bir dönem büyük iştahla sarıldığı ESG kavramı, bugün eski rüzgarını yitirmiş görünüyor.
Öyle ya, şirketler karbon azaltım planlarını, çeşitlilik politikalarını, yönetim yapılarının şeffaflığını raporlamaya, yatırımcılar da bu skorlarla risk değerlendirmesi yapmaya başlamıştı.
Ama zamanla bir şey oldu. ESG, kurumsal iyi niyet dili olmaktan çıktı, sadece bir uyum listesine dönüştü. Raporlar çoğaldı ama standartlar karıştı. Yeşil yıkamalar başladı. Veri güvenilirliği tartışmaları çıktı. Üstüne, küresel düzlemde siyasilerin dilinden çatlak sesler de arttı. Oysa niyet, kurumsal dünyanın dokunduğu her alan için ESG çatısı altında sağlıklı bir etik çerçeve çizebilmekti.
Bugün, tartışmalı yönleri olsa da konunun önemi arka plana atılabilecek durumda değil. Sadece, özellikle yapay zekânın yükselişiyle birlikte, ESG anlayışının dönüşmesi gerekiyor. Burada da yeni bir kavram yükseliyor: Etik zekâ. Bu kavram, kurumların yalnızca ne yaptığını değil, neden ve nasıl yaptığını da sorguluyor.
Böylece sürdürülebilirlik de teknik boyuttan aslında ahlaki bir boyuta geçiyor. ESG, doğru şeyi yapmakla ilgileniyordu. Etik zekâ ise ‘doğru olanı, doğru biçimde yapmayı’ getiriyor.
ESG’nin sınırları
ESG metrikleri bugün kurumsal dünyada bir ölçü ekonomisi yaratmış durumda. Azaltılan emisyonlar, artırılan kadın yönetici sayıları, katlanan gönüllülük projeleri, karbon dengeleme işleri… Şirketler bunları raporlarına dizi dizi sıralıyor.
Elbette, hepsi önemli. Ama bu tür ölçülebilen konuların ötesinde bir başka kritik alan daha var. O da etik farkındalık.
ESG puanı yüksek olmasına rağmen ‘etik’ krizler yaşayan şirketlerin sayısı hiç de az değil. Çünkü konu salt şık iletişim paketlemesine ve sürdürülebilirlik raporlarına indirgendiğinde, işin etik özü kaçınılmaz olarak erozyona uğruyor.
Bana göre, ESG’nin zayıf yönü de burada. Ölçülür olanı merkeze koyarken, ahlaki ve vicdani sezgiyi dışarıda bırakıyor. Oysa kurumların geleceği, yalnızca teknik ESG skorlarıyla değil, özellikle zor dönemlerde hangi değerleri korumaya devam ettikleriyle belirleniyor.
Etik zekânın doğası: Değerle düşünmek
Etik zekâyı, kurumun değer temelli karar verebilme kapasitesi olarak tanımlayabiliriz. Bu sadece bir iletişim meselesi değil, bir varoluş felsefesi. Çünkü etik zekâ, teknik bilgiyle değil, ahlaki muhakemeyle gelişiyor.
Bir kurumun etik zekâsı, bilanço rakamlarında, karbon raporlarında veya sürdürülebilirlik beyanlarında değil, özellikle kriz anlarında verdiği kararlarda görünür hale geliyor.
Bunun için kararların sonuçlarını yalnızca finansal değil, insani boyutuyla görebilmek ve tutarlı olmak gerekiyor. Söylemle eylem arasında mesafe bırakmamak önem kazanıyor.
Önemli bir başka konu daha var. Kurumsal dünyada karar alma mekanizmalarını giderek algoritmalar devralıyor. Etik zekâ bu noktada daha da kritik hale geliyor. Çünkü yapay zekâ veriyi işliyor, ama değerle ilgilenmiyor. Örüntüleri tanıyor ama niyeti anlamıyor. Vicdani bir sorumluluğa zaten doğası gereği sahip değil.
ESG 2.0: Etik kapasitenin ölçüldüğü dönem
Küresel eğilim, ESG’yi ‘etik zekâ’ ekseninde yeniden tanımlama yönünde. Dünya Ekonomik Forumu’nun başlattığı Ethical Intelligence Index ve OECD’nin AI Observatory çalışması, etik zekâyı ölçülebilir bir kurumsal yetkinlik haline getirmeyi hedefliyor.
Bu yeni dönemde bir kurumun performansı finansal, doğal ve sosyal sermayesiyle birlikte etik sermayesiyle de ölçülecek. Ve bu sermaye, diğerlerinden daha kırılgan ama daha kalıcı ve belirleyici olacak.
Kurumsal zekâdan kurumsal vicdana
Etik zekâ, kurumsal aklı duygusal olgunlukla, stratejiyi değerle, verimliliği anlamla buluşturur. Bu dönüşümün temelinde bir farkındalık yatar: Bir kurumun aklı, ancak vicdanıyla dengelendiğinde sürdürülebilirdir.
Bugün birçok şirket için yapay zekâ, hız ve verimlilik aracı. Verimlilik, insani değerlerin yerine geçtiğinde, teknoloji aklı büyütür ama anlamı küçültür. Etik zekâ, tam da bu nedenle, çağın en kritik liderlik yetkinliklerinden birine dönüşüyor.
Sonuç: Etik zekâ çağının eşiğinde
Etik zekâ, ESG’nin vicdani evrimi gibi. Sürdürülebilirliğin geleceği artık çevresel performans kadar ahlaki performansa da bağlı. Yapay zekânın, yalnızca akıllı bir sistem değil, etik sınav olduğu unutulmamalı.
İnsanla makine, akıl ile vicdan, hız ile anlam arasında ince ve gri bir alan var. Gerçek dönüşüm, özellikle bu gri alanlarda verilecek kararlarda ortaya çıkacak.
Yapay zekâ çağında kurumları farklılaştıracak olan teknoloji değil, teknolojiyi kullanırken gösterilecek vicdani derinlik olacak. Etik zekâ da aslında insanlığın kendi testi…