Ülkemiz açısından kısa vadeli enflasyonu düşürme hedefinin yanında orta ve uzun vadeli bir kalkınma planına ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz.
Sonsuza kadar kutlayacağımız cumhuriyetimizin 102. yılını bugün tamamlamış bulunuyoruz. Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk’ün çizdiği yolda ilerlemeye devam edeceğiz. Cumhuriyetimiz ikinci yüzyılına girerken her alanda neleri başardık, nerelerde sorun yaşıyoruz ve neler yapmalıyız konusunu tartışıyoruz ve tartışmaya devam edeceğiz.
Türkiye ekonomisinin birçok sorununu konuşabiliriz. Bizce en önemlisi ve bugün konuştuğumuz birçok sorunun ana kaynağı enflasyon. 1970’lerden bu yana ara ara umutlarımızı arttıran gelişmeler olsa da enflasyonu birçok ülkenin gerçekleşen ortalaması ve hedefi olan % 2 seviyelerine getiremedik. Enflasyon hiperenflasyona gitmedi ama belli seviyelerde bir süre yüksek ve oynak bir yapıda bizimle beraber olmaya devam etti. Enflasyon öngörü yapmayı zorlaştıran ve bu nedenle üretim ve yatırım kararlarını öteleten, bunun tam tersini biraz da panikle tüketimi teşvik eden ve bu sayede enflasyonun düşüşünü engelleyen ve bir sarmal yaratan güce de sahip. Biz bunu fazlasıyla yaşadık. Yüksek enflasyon eninde sonunda yüksek faiz anlamına geldiği için üretim ve yatırımları negatif etkileyen ve sürekli farklı seviyelerde tutunmaya çalışan enflasyon etkisi ile değişen ve oynaklığı yüksek bir fiyat-faiz döngüsünde seyrettik. Bu durum, otomatikman büyüme oranlarımızda sert iniş çıkışlara yol açtı. Düşük enflasyon, güçlü ama mutedil diyebileceğimiz bir büyümeden ziyade yüksek enflasyon, zaman zaman yüksek ama zaman zaman sert düşüşler gösteren ve oynaklığı yüksek olan bir büyüme yaşadık. Yüksek enflasyon gelir dağılımını bozucu özelliğiyle ve ekonomiyi kayıt dışına iten içsel dinamikleri ile maalesef yapısal sorunları da derinleştirdi.
Dünyada isteyip de enflasyonu indiremeyen ülke örneği azdır
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken makroekonomik dengeler ve istikrar açısından atılması gereken temel adımın enflasyonu gelişmiş ülke seviyelerine (%2’ler..) indirip kalıcı bir şekilde orada tutmak olduğunu düşünüyoruz. Enflasyonu indirmenin hangi politikalarla olabileceği aşağı yukarı bilinmektedir. Dünyada isteyip de enflasyonu indiremeyen ülke örneği azdır. Konjonktürel faktörler bazen bu süreci geciktirebilir ama nihai başarıyı engelleyemez. Enflasyonla mücadelede ve bugünkü Türkiye şartlarında başarmamız gereken çok sıkı para ve maliye politikaları ile iç talebi kısmak, üretim ve yatırımı dış taleple destekleyerek ekonomiyi kalıcı bir büyüme patikasına sokmaktır. Ekonomilerin hareketi bir tanker gibi yavaş olduğundan, sıkı para ve maliye politikalarının ilk etkisi maalesef daralma yönünde de olabiliyor. Resesyon ya da artan işsizlik ne yazık ki enflasyonla mücadelede ilk aşamada karşımıza çıkabiliyor. İç talebi kısarken dış talebi devreye sokabilmek için hem dünya ekonomisinin büyüme sürecinde olması, hem ihraç mal ve hizmetlerinin rekabetçi kalite ve çeşitte olması hem de kur politikasının destekleyici olması gerekiyor. İç talebin kısılması zaten rekabetçi kur politikasının enflasyona geçişkenliğini azaltacaktır. Döviz kurlarında büyük bir artışa değil rekabetçi yönetilen bir kur sistemine ihtiyacımız bulunuyor. Bu çerçevede ekonomiyi 9-12 ay içerisinde büyümeye yöneltmek mümkün olabilecektir
Enflasyonu indirebilmek önemli ve başarılı bir sonuçtur. Fakat kalıcı ve sürdürülebilir olması için bu oranın gelişmiş ülkeler ve birçoğu gelişmekte olan ülkede olduğu gibi %2 seviyelerine gelmesi ve orada devam ettirilebilmesi gerekiyor. Bu çerçevede enflasyona yol açan yapısal sorunların da giderilmesi kritik bir öneme sahip bulunuyor. Piyasaların daha rekabetçi hale gelmesi, aksak rekabet koşullarının ortadan kaldırılması, kayıt dışı ile tavizsiz mücadele edilmesi, hukuk sisteminin uluslararası standartlarda olması, eğitim sisteminin reforme edilmesi verimli ve yüksek katma değer yaratabilen bir iş gücüne sahip olunması gibi yapısal sorunların çözümü enflasyonla mücadelede sürdürülebilir başarı için önemli diğer faktörleri oluşturuyor. Enflasyonla mücadelenin başarılı olması demek istikrarlı büyüme, ekonominin faaliyete, üretim ve yatırıma dönmesi, kayıt dışılığın azalması, gelir dağılımının iyileşmesi demek.
Büyümek her durumda kalkınmak demek değildir
Ülkemiz açısından kısa vadeli enflasyonu düşürme hedefinin yanında orta ve uzun vadeli bir kalkınma planına ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Büyümek her durumda kalkınmak demek değildir, bunu çok iyi biliyoruz. Eğitimden hukuk sitemine, teknolojiden istihdam piyasalarına kadar birçok alanda kalkınmamızı sağlayacak adımlara ihtiyacımız bulunuyor. Kalkınma orta ve uzun vadeli planlarla gerçekleşebilir. Ülkemiz 1930’larda ve 1960’larda planlamayı oldukça iyi başarabilmişti. Bununla birlikte, özellikle 1970’li yıllardaki planlama deneyimi iç pazara çok odaklı olması nedeniyle dış pazarlarda rekabetçi gücü sağlamakta başarılı olamamıştı. 1980’lerden itibaren bunun tam tersi dışa açık büyümeye geçerken planlamayı unutmaya başladık. Dışa açık büyümenin, ihracat performansı artırmanın artılarını pozitif sonuçlarını görmemize rağmen bunu tamamen piyasa dinamiklerine bırakıyor olmamız kalkınma hedeflerinden ve istikrarlı büyümeden uzaklaşmamıza yol açan unsurlardan birisi oldu.
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında 1930’lar ve 1970’lardaki planlama deneyimimiz ile 1980’ler sonrası dışa açılma deneyimimizi harmanlayan, her iki dönemdeki hataları da iyi analiz ederek bunları tekrarlamayan, dışa açık planlı bir büyüme ve kalkınma modeline ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz.
Kısa vadede düşük ve kalıcı enflasyon hedeflerine ulaşabilirsek ve bunu planlı bir kalkınma hamlesi ile devam ettirebilirsek Türkiye ekonomisinin gücü ve her birimizin refahı çok daha kalıcı artacaktır. Cumhuriyet bayramımızı kutluyor, bize bunu armağan eden, Sonsuza Kadar Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü minnet ve saygıyla anıyorum.