Financial Times gazetesinde geçen hafta, ‘‘Alman sanayisinin çöküşünü durdurabilecek bir şey var mı?” başlıklı bir yazı yayımlandı. Hem şirketler hem yatırımcılar hem de Avrupalı siyasetçiler için daha açık hâle gelen, bir Çin şokudur.
Bu yüzyılın ikinci Çin şoku yaşanıyor. Yirmi yıl önceki ilk şok, ABD’nin sanayi omurgasını oluşturan bölgeleri dağıttı. Kasım 2016’da Trump’ı zafere taşıyan faktörlerden birisiydi. Bugünkü dalga artık ABD’yi değil, Avrupa’yı vuruyor. Bu yeni şokun merkez üssü Almanya’da otomotiv sektörü ve onun geniş tedarikçi ağı, Çin’in yeni ve agresif rekabetini deneyimliyorlar. Çin sadece beş yıl içinde net ithalatçı konumundan çıkıp dünyanın en büyük otomobil ihracatçısı oldu. Avrupalı otomobil üreticileri ve sanayi şirketleri dönemsel bir durgunlukla değil, yapısal bir dalgayla karşı karşıyadır. Çin, 2026–2030 dönemini kapsayacak beş yıllık planını martta açıklayacak. Yeni üreticilerin güçlendirilmesi stratejisinden vazgeçmeyecek. Kritik sektörlerden birisi yine otomotiv olacak. Türkiye’nin gümrük birliğine üye olması, Avrupa pazarını fethetmek isteyen Çinli markalar için büyük bir fırsattır. AB ülkeleri, Çinli markaların Türkiye üzerinden Avrupa’ya akınını engellemek için köken kurallarını ve özel tarife duvarlarını tartışıyor. Bunlar uygulanırsa, Türkiye gümrük birliği içinde görünse bile oyunun dışında kalabilir. Hem AB hem de Çin ile mekik diplomasisi yürütmeliyiz. Bir geçiş noktası, ucuz montaj ülkesi, gümrük birliğinin arka kapısı olmayalım.