Avrupa kendi konvansiyonel savunmasını örgütlemekte aciz kalırsa, bu başka ülkelerin dikkatinden kaçmayacak.
Birleşik Devletler’in artık Avrupa savunmasına eski günlerdeki gibi ilgi duymadığı açık. Trump, Avrupalıların savunmaları için daha fazlasını yapmaları gerektiği konusunda ısrarlı. Avrupalı NATO üyesi çoğu ülke kendilerini savunmakta ne kadar hazırlıksız olduklarını keşfettiler. Örneğin Almanya ve İngiltere, silahlı güçlerinin sayı olarak öngörülenin çok altında olduğunu, görevde olanların da savaş için hazırlıklı olmadığını görmüş bulunuyorlar. Üstelik yetersizlik sadece personele inhisar etmiyor, malzeme ve mühimmatı da kapsıyor. Silah imal eden firmalar işlerin azaldığını hissederken, mühimmatın da yetersiz üretildiği görülüyor. Bu yetersizliklerin altında muhtemelen artık tehlikenin Avrupa’dan uzaklaştığı ve dolayısıyla askeri alanda harcama yapmaya gerek kalmadığı gibi masumane bir değerlendirme yatıyordu. Eğer Avrupa bir hedefe dönüşürse, Amerika’nın Avrupa’yı savunma kararlılığı, caydırıcılığı sağlayacaktı.
Avrupa ülkelerinin savunmalarına daha yoğun ilgi göstermeleri gerektiği özellikle NATO üyeleri tarafından anlaşılmış olmakla birlikte, bunun nasıl yapılacağına dair bir oydaşım ortaya çıkmış değil. Bazı ülkeler AB’nin askeri kabiliyetlerini geliştirmesi gerektiğini ileri sürerken, diğerleri Avrupa savunmasında yer alacak bazı aktörlerin AB üyesi olmadığını, dolayısıyla Avrupa savunmasıyla Avrupa entegrasyonunun birbirine karıştırılmaması gerektiğini savunuyorlar. Gerçekten de AB’nin ciddi bir savunma kabiliyeti olmadığı bir yana, İngiltere, Norveç ve Türkiye olmadan Avrupa savunmasının planlanması imkansız denecek kadar zor.
Avrupa savunmasındaki başlıca engeller: Almanya ve Fransa
Avrupa savunmasının tasarlanmasındaki başlıca engellerden ilki Almanya’dır. Tarihi nedenlerden dolayı birçok Avrupa ülkesi, Almanya’nın kapsamlı bir silahlanmaya yönelmesine endişe ile yaklaşmaktadır. Buna karşılık, Almanya da silahlanma konusunda isteksizdir. Ayrıca, bazılarına göre Almanya savunma harcamalarından kaçınıp kaynakları iktisadi gelişmeye tahsis ederek akıllı bir siyaset izlemiştir. Sebebi ne olursa olsun, Almanya’nın askeri zaafının büyüklüğünün iktisadi gelişmişliği ile örtüşmediği bir gerçektir.
Avrupa savunmasının karşılaştığı ikinci engel ise Fransa’dır. Bu ülke gerek iktisadi gerek teknolojik bakımdan kifayetli olmasa da, kıta savunmasının örgütlenmesini üstlenmek istemektedir. Her ne kadar son dönemlerde ısrarını biraz yumuşatmış olsa da, Avrupa’nın “stratejik otonomi” sahibi olmasını, Amerikalılara muhtaç olmamasını, bunun liderliğini ise kendisinin üstlenmesi gerektiğini düşünmektedir. Görüşüne sadık kalmak için, Soğuk Savaş döneminde NATO’nun askeri kanadından çekilmiştir. Diğer Avrupa ülkeleri Fransız tezlerini pek inandırıcı bulmuyorlar. Fransa’nın iki dünya savaşında da Amerika tarafından kurtarıldığını, NATO içinde ise kara savaşında önce Almanya’nın geçilmesi gerektiğini, denizleri ise ABD ve İngiltere’nin (ve Portekiz’in) koruduğu için aslında savunmada tufeyli olduğunu da unutmuyorlar.
Avrupa savunmasının kısa sürede teşkilatlanması lazım
O zaman Avrupa savunması nasıl organize edilmelidir? Savunmanın kapsayıcı olması için AB üyesi olmayan fakat NATO’ya üye ülkelerin içinde yer alacağı ve dayanak olarak NATO’yu esas alan bir yapılanmaya ihtiyaç vardır. İngiltere’nin tekrardan AB üyeliğine dönmesini beklemek yersizdir. Norveç mevcut ilişkilerden memnun gözükmektedir. Her ne kadar Türkiye AB üyesi olmayı arzuladığını beyan ediyorsa da bunun kısa vadede gerçekçi olmadığı aşikardır. Buna karşılık, Avrupa savunmasının kısa sürede teşkilatlanması ve bunun için gerekli tedbirlerin alınması lazımdır
İkinci olarak, Avrupa savunması NATO karşıtı bir çaba olarak değil, NATO içinde bir yapılanma olarak kavramsallaştırılmalıdır. Bazı kişiler, Avrupa’nın kendi savunmasını gerçekleştirmek üzere örgütlenmesinin Amerika’nın Avrupa savunmasından çekilmesi için fırsat yaratacağını ileri sürmektedirler. Aslında bu düşünce biraz tuhaftır çünkü Avrupa savunmasının planlanması ihtiyacı, Amerika’nın artık Kıta’nın konvansiyonel savunmasını yapmak istememesi sonucu ortaya çıkmıştır. Buna karşılık, Avrupa Amerika’ya nükleer savunma konusunda hala Amerikan nükleer şemsiyesi altında olması gerektiğini bildirilebilir. İngiltere ve Fransa’nın nükleer silahlara sahip olduğu bilinmekle birlikte, bu silahların sofistikasyonu, sayısı ve taşıma sistemleri ne Amerika ne de Rusya’nın imkanları ile karşılaştırılacak düzeydedir. Caydırıcılığın sağlanması için Amerikan nükleer stoklarına ihtiyaç vardır. Amerikalılar Avrupa’da konvansiyonel güç bulundurmanın korkunç maliyetinden kurtulurlarsa, Kıta’yı nükleer bakımdan korumayı üstlenmekte daha az çekingen davranabilirler.
Avrupa savunmasını düzenlenmesi üzerine derhal eğilmek gerekiyor. Bütün sorumluluğu bundan böyle Amerikalıların üstlenmeye devam edeceğini beklemek nafiledir. Şayet Avrupa kendi konvansiyonel savunmasını örgütlemekte aciz kalırsa, bu başka ülkelerin dikkatinden kaçmayacak, belki de onların Avrupa yönünde ilerlemeyi planlamalarına yol açacaktır.