Baksı Kültür Sanat Vakfı tarafından altıncı kez düzenlenen Anadolu Ödülleri törenine bu yıl katılamadım. İstanbul’un dışında olmak, ilk anda bir eksiklik gibi göründü. Oysa zaman geçtikçe bunun başka bir şeye dönüştüğünü fark ettim. Bazı yerlere gitmediğinizde, onlara daha sakin, daha bütünlüklü bakabiliyorsunuz. Gürültü çekiliyor, ayrıntılar geri plana düşüyor, geriye yalnızca anlam kalıyor. Baksı’ya bu yıl tam da böyle baktım.
Geçmiş yıllardaki müze yolculuklarımda Çoruh’un kıyısında, 1.600 metre yükseklikte, kıvrıla kıvrıla uzanan yolda ilerlerken hissettiğim şeyler hâlâ zihnimde canlı. O yol insana aceleyi unutturur. Gittiğiniz yerin bir müze değil, bir fikir olduğunu daha yoldayken sezersiniz. Bu yıl orada olmayışım, o hissi silmedi; tam tersine derinleştirdi. Çünkü Baksı, gidilip görülen bir yerden çok, insanın içine yerleşen bir düşünce biçimi.
Bu düşüncenin merkezinde elbette Hüsamettin Koçan var. Onu dinlerken hep aynı duyguyu hissederim: Bir müze kurucusundan çok, bir hafıza işçisiyle konuşur gibisiniz. Göçten söz ederken yalnızca ekonomik bir hareketten bahsetmez; terk edilen evlerin sessizliğini, yarım kalan hikâyeleri, çocukluğun eksik kalan cümlelerini de anlatır. Ama bu anlatı hiçbir zaman karamsarlığa sapmaz. Çünkü Koçan’ın meselesi geçmişe ağıt yakmak değil, geçmişle yeni bir ilişki kurmaktır.
Baksı’nın Bayburt’ta, yolların bittiği bir noktada kurulmuş olması da bu yüzden tesadüf değil. Uzaklık burada bir mazeret değil, bilinçli bir tercih. Yakın olan hızla sıradanlaşır; uzak olan insanı düşünmeye zorlar. Koçan’ın yıllardır savunduğu bu fikir, Baksı’da somut bir karşılık buluyor. Herkesin terk ettiği bir yerde, tersine bir akım yaratma cesareti… Anadolu Ödülleri de bu cesaretin başka bir yüzü.
Bu yıl ödüllerin teması “Kıyının Ötesi”. Anadolu’nun kendisi gibi. Ne tam merkezde ne bütünüyle dışarıda. Hep bir eşikte. Sanatçılar da böyledir. Ayağı tanıdık toprağa basar ama bakışı sınırı aşar. Baksı’nın hikâyesi de Anadolu Ödülleri’nin ruhu da bu eşiği kutsuyor.
Edebiyat ödülünün Murathan Mungan’a verilmesi, bu düşüncenin edebiyattaki güçlü karşılıklarından biri. Mungan’ın metinlerinde Anadolu bir dekor değil; yaşayan, çatışan, dönüşen bir bellek. Yerel olanı evrensel bir vitrine koymuyor; yerelin içinden evrensel bir ses çıkarıyor. Bunun benim için ayrıca kişisel bir anlamı vardı. Yayın yönetmenliğini yaptığım Kitap Dergisi’nde ona 995 Km ile Yılın Kitabı Ödülü verdik. Bu sene TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı’ydı; onur yazarı kitabını ben hazırladım. Yarım yüzyıllık bir üretimin hâlâ bugünün sorularını diri tutabilmesi, az rastlanan bir süreklilik.
Sinemada Tuncel Kurtiz’in saygıyla anılması çok önemli. Onun oyunculuğu kadar, hayata karşı aldığı tavır da hafızamızda. Kolayı seçmeyen, yerelden beslenirken evrensel bir dil kurabilen bir çizgi… Bugün hâlâ konuşuluyorsa, bunun nedeni biraz da bu tutarlılık. Bu sağlam duruşun müzikteki yankısını ise Erkan Oğur’da buluyoruz. Oğur, sesiyle kıyının ötesine çoktan geçmiş bir isim. Onu dinlerken Anadolu’nun dünyaya bağırmadan da konuşabileceğini hissediyorsunuz. Sessizlikle, aralıklarla, nefesle… Sesin bittiği, maddenin ve mekânın konuştuğu yerde ise iki farklı bakış bizi karşılıyor: Görsel sanatlarda Ali Kazma üretimin en çıplak hâllerine odaklanırken, mimarlıkta Selva Gürdoğan yapıyı bir nesneden çok kamusal bir ilişki olarak ele alıyor... Hepsi aynı soruya farklı disiplinlerden yaklaşıyor: İnsan, yaşadığı yerle nasıl bir bağ kurar?
Özel ödüller de bu sorunun izini sürüyor. Osman Dinç’in malzemeyle kurduğu yalın ama dirençli ilişki, Murat Morova’nın Doğu ile Batı arasında ördüğü düşünsel hat… Bunların hepsi, Anadolu’nun kapanan değil, açılan bir kültür alanı olduğunu hatırlatıyor.
Bu yıl orada değildim. Ama belki de tam bu yüzden, Anadolu Ödülleri’ni bir gecenin içinden değil, zamanın içinden düşünme imkânı buldum. Baksı’nın, Hüsamettin Koçan’ın ve bu ısrarlı kültür yürüyüşünün asıl anlamı da burada saklı. Gösteride değil, süreklilikte. Alkışta değil, sabırda. Bir anlık parıltıda değil, yıllara yayılan bir düşünce emeğinde.
Baksı’ya yolculuklarımda Çoruh’un kıyısında hissettiğim duygu, bu yıl mesafeyle birlikte daha da durulaştı. Bazı mekânlar vardır; yanındayken anlatamazsınız, uzaklaşınca dile gelir. Baksı onlardan biri. Ve sanat da… Bu topraklarda doğan sanat, hiçbir zaman yerinde saymaz. Kök salar, derinleşir, bekler. Sonra usulca başını kaldırır ve kıyının ötesine bakar. Sanat her defasında Anadolu’da hep yeniden doğar; kıyının ötesine bakmayı hiç bırakmaz.
