Trump yönetiminin Enerji Bakanlığı çalışanlarına “iklim değişikliği” ve “sürdürülebilirlik” gibi kelimeleri yasaklaması, COP30 öncesi küresel iklim diplomasisine ciddi bir gölge düşürüyor. Ancak gerçek şu: Sözcükleri susturmak, fırtınaları, selleri ya da yangınları ortadan kaldırmıyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda iklim değişikliğini “dünyanın en büyük dolandırıcılığı” olarak nitelendirdi. Trump’ın sözleri bilimsel gerçeklerden kopuk, adeta başka bir dünyanın dili gibiydi. Trump, Avrupa Birliği’ni karbon ayak izini azaltmaya çalıştığı için eleştirdi, yenilenebilir enerji yatırımlarını ekonomik felaket olarak gösterdi. Bir saat süren konuşmasının yalnızca birkaç dakikasını iklime ayıran Trump, aslında çok net bir mesaj verdi: Kendi siyasi tabanı uğruna, gezegenin geleceğini hiçe saymaya devam edecek.
Trump’ın sözleri, bilim dünyasında yankı buldu ancak şaşırtmadı. Çünkü Trump yıllardır aynı inkâr söylemini sürdürüyor. Oysa gerçekler ortada: 2024, kayıtlara geçen en sıcak yıl oldu. Son 10 yıl, tarihin en sıcak 10 yılı. IPCC’nin 1995’teki deniz seviyesi tahminleri, gerçekleşen rakamlarla neredeyse bire bir örtüşüyor. NASA, MIT ve Berkeley’in araştırmaları, küresel sıcaklık tahminlerinin 50 yılı aşkın süredir doğru çıktığını gösteriyor. Yani bilim yanılmadı, yanılan Trump’ın söylemleri. Daha da önemlisi, iklim değişikliği artık soyut veriler değil, doğrudan yaşadığımız felaketlerle karşımızda: seller, kasırgalar, orman yangınları, gıda krizleri.
İklimden söz etmek yasak!
Son yaşanan gelişme ise, gerçekten ilginç. Guardian’ın ortaya çıkardığı belgeye göre ABD Enerji Bakanlığı’na bağlı Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Ofisi çalışanlarına bir e-posta gönderilmiş. Çalışanlardan “iklim değişikliği”, “karbonsuzlaşma” ve “enerji dönüşümü” gibi ifadeleri kullanmamaları isteniyor. Gerekçe basit: Bu kelimeler “yönetimin perspektifleriyle uyumlu değil.”
Düşünebiliyor musunuz? Dünyanın en büyük ikinci emisyon kaynağı olan ABD’de, karbonu azaltmaya yönelik en fazla fon sağlayan birim, iklimden söz edemeyecek. Sözcükleri yasaklayarak iklim krizini görünmez kılmaya çalışıyorlar. Ama gerçekler, politik retorikten çok daha güçlü: seller, kasırgalar, yangınlar.
İklim krizi ideolojik bir tartışma değil
Bu yaklaşım, yalnızca ülke içinde değil, küresel müzakerelerde de derin yaralar açacak. COP30’un hemen öncesinde, en kritik aktörlerden biri olan ABD’nin bu söylemi, Paris Anlaşması hedeflerine olan inancı ciddi boyutta zedeliyor. Avrupa Birliği karbon sınır mekanizmalarını hızla devreye alırken, ABD’nin dili sansürlemesi gelişmekte olan ülkelerde de geri adım havası yaratabilir.
Ama unutmamız gereken şu: Ne ABD’deki siyasi konjonktür ne de kelime oyunları, iklim krizinin gerçekliğini değiştirmiyor. Trump “iklim krizi dünyaya yapılmış en büyük aldatmaca” dese de, kuruyan göller, yanan ormanlar ve rekor sıcaklıklar bize başka bir şey söylüyor. İklim krizi ideolojik bir tartışma değil. Fizik, kimya ve matematik diyor ki: Atmosferde daha fazla sera gazı biriktiğinde dünya ısınıyor. Trump’un yaptığını yapmak ve inkâr etmek kolay. Ama gerçekler er ya da geç kapıyı çalıyor. O gün geldiğinde çok geç olmaması için bugünden harekete geçmek zorundayız. Yenilenebilir enerjiye yapılan her yatırım, yalnızca karbon salımını azaltmak değil; aynı zamanda çocuklarımızın geleceğini korumak, toplumlarımızı daha dirençli kılmak, ekonomilerimizi daha rekabetçi yapmak anlamına geliyor.
TÜRKİYE İÇİN HEM RİSK HEM FIRSAT
Türkiye, 2053 net sıfır hedefine ulaşmak için hâlâ yolun başında. Yeni açıklanan Ulusal Katkı Beyanı (NDC) bilim insanları tarafından yetersiz bulunurken, küresel iklim finansmanı ve teknoloji transferi bu sürecin en kritik unsurlarından biri. ABD’nin iklim söyleminden geri adımı, bu fonlara erişimde belirsizlik yaratabilir. Ancak aynı zamanda, Türkiye’ye Avrupa ile ticaretinde düşük karbonlu üretim ve yeşil dönüşüm iddiasını güçlendirme fırsatı da sunuyor.
Kısacası, iklim diplomasisinin daraldığı bir dönemde Türkiye’nin önünde iki seçenek var: Ya küresel belirsizliklerin arkasına sığınıp zamanı kaybedecek ya da oyunu önden okuyup kendi dönüşümünü hızlandıracak. Çünkü iklim krizinin karşısında en büyük risk, hâlâ hiçbir şey yapmamak…