1965’li yıllar… Osman Saffet Arolat’ı hangi ölçekler üstünden tanıyor / biliyordunuz? Neler yapıyordu?
ASA: İktisat Fakültesi’ne kaydımı Eylül 1962’de yaptırdım. Dikkatini çekerim, İstanbul Üniversitesi deme gereği duymadım, çünkü o tarihte Türkiye’de başka iktisat fakültesi yoktu! Haziran 1966’da mezun oldum. O arada Osman’ı dolaylı biliyordum. Öğrenci hareketlerinde aktifti, ben bulaşmıyordum, ismini duymuştum. Tanışmamız Eylül’de (1966) İdris Küçükömer ve Sencer Divitçioğlu İktisat Kürsüsü’ne asistan olduktan sonradır. İdris hocanın müritleri çoktu ve Merkez Bina’daki odasına sık gelirlerdi. Ben de köşedeki asistanlar odasında oturuyor, devamlı İdris ve Sencer’in odalarına girip çıkıyordum. Osman’la muhabbetimiz öyle başladı. Rahmetli Harun Karadeniz ve Yücel Yaman’ı da hatırlıyorum. 1966-68 arası iki yıl çok sık görüştük. İdris Hoca da Osman’ı çok severdi.
KM: Arolat’ın bu döneminde siyasal yönelimleri gazeteciliğine çok daha baskın. İnce zayıf haliyle hemen her öğrenci mitinginde onu gördüğümü hatırlıyorum. Onu, aktif ve duruşu olan bir insan olarak tanımlardım.
1968 öğrenci işgali, ant yazı işleri müdürlüğü, grevlere katılım içinde Osman Saffet Arolat’ın öyküsü nedir?
ASA: Ant dergisi çok önemlidir. Genç nesiller maalesef pek bilmiyor. Kurucuları, yazarları etkileyicidir; Yaşar Kemal, Fethi Naci, Aziz Nesin, Mahmut Makal, Nadir Nadi, Fakir Baykurt… Doğan Özgüden ve eşi İnci yönetiyordu. Cağaloğlu’ndaki yerine ben de çok gittim. Osman işin tam göbeğinde yer aldı. Bir yandan dergi, diğer yandan öğrenci hareketleri, grevler, işgaller, aklına ne geliyorsa. Sakin ama becerikli, çok çalışkan, başarılı bir örgütçü olduğu konusunda hiç tereddüt yok. Dediğim gibi, benim politik aktivitem düşüktü. O sıralar das Kapital, dönüşüm sorunu, Asya Üretim Tarzı, vs. teorik konularla uğraşıyorum. Osman bazen beni dergide toplantıya çağırırdı. Arada sendikalar için eğitime yollardı. Bir anlama benim siyasi patronum sayılırdı. Tabii geride de İdris ve Sencer var, ama özellikle İdris Hoca. Güzel günlerdi. Ama 1968’de OECD’den yurt dışı bursu kazandım, sonbaharda iki yıllığına İngiltere’ye gittim. Önce Norwich (East Anglia), sonra Londra (LSE). Doktora tezi de yazıldı. Evet, çok hareketli bir dönemdi ama ben ayrıntısına hâkim değilim.
KM: 1968’de İstanbul Üniversitesi’nin öğrencilerce işgali bir dönüm noktasıdır, bununla gençlik topluma “her şey mümkündür, imkânsız yoktur” mesajını vermiştir. Bu eylemde Osman Saffet çok aktiftir. Üniversite reform taslağını kaleme alan dört isimden biridir. Son sözü söylemeye çalışmayan tavrı onun ilerleyen dönemlerde de öne çıkan özelliğidir. Uzlaştırıcı, çözüm arayan bir kimlik… Ne yapılırsa yapılsın, bunun topluma kazandırılmasını düşünürdü. Hakkari’de, Zap Suyu’na köprü yapma organizasyonu bunun somut örneğidir.
Paşabahçe, Kavel ve Singer Grevleri’nde Osman Saffet çok aktiftir. Anılarından burada sarı sendikacılık gerçeğini öğrendiğini, grev ve lokavt yasasını sosyal pratikte test ettiğini anlıyoruz. Sendikacılarla sıkı bağlar kurması ona dayanışmanın önemini anlatmış olmalı. Sonrasında DİSK’in en etkili sendikası Maden İş, ondan sendikanın gazetesini çıkarmasını istiyor. Onun 60’lı yılları ortamı için “sosyal laboratuvar” nitelemesi yerinde olacak. Örnekleyeyim: Harun Karadeniz’in başkanı olduğu İTÜ Öğrenci Birliği adına Dalaman’da Alevi- Sünni çatışmasını incelemeye gidiyor. Onların barışma ortamını oluşturuyor, sonra da izlenimlerini dönemin etkili sol günlük gazetesi Akşam’da yayınlıyor. Bu döneminde Güney Dal ile ortak kaleme aldığı ve Akşam’da yayınlanan “Urfa: Oy Cehennem İlleri” başlıklı röportajı, Türkiye’nin 60’lı yıllarının bir sosyal belgesidir.
Yazdığı metinler, oynadığı oyunlar, çektiği filmler onun sınır tanımaz gazeteciliğinin beslendiği zengin yataklar olacaktır.
TİP’li yıllar… Osman Saffet Arolat, 1965-1969 sürecinde TİP’in hangi kanadında yer aldı?
ASA: Söylediğim gibi, 1969-70 bölümünü birinci elden izlemedim. Ama Osman’ın İdris Hoca ile beraber hareket ettiğini, odağın ise Türkiye İşçi Partisi olduğunu biliyorum. TİP’in o dönemde Türkiye için büyük bir fırsat oluşturduğunu, potansiyeli gerçekleşmiş olsa yakın tarihiminiz çok farklı seyredeceğini, bugün çok daha iyi bir yerde olacağımızı düşünüyorum. Sadece Türkiye solu değil, genelde Türkiye toplumu için söylüyorum. 1960’ların ikinci yarısında TİP biri yerli diğeri küresel iki büyük tarihi akım tarafından önce kuşatıldı, sonra içinde yeşeren yaratıcı filizler ezildi. Bu iki akımdan biri Kemalizm ve darbeciliktir. Diğeri benim Komintern solu dediğim tarihi TKP geleneğidir. İdris hocanın da içinde yer aldığı kesim – M. A. Aybar’ı da katarım – bunların dışında bir alternatif peşindeydi. Ama nefesleri yetmedi, kavgayı kaybettiler. Gerisi malûm. İdris hocanın kitabının (Düzenin Yabancılaşması) ilk halini Osman basmıştı. Hata varmış, hoca kızmış, düzeltme sayfası eklenmiş diye anlatmıştı. Osman’ın arada gel-git ve tereddütleri, Ortodoks şemadan kopmakta zorlandığı anlar olmuştu diye hatırlıyorum. Ama hep TİP odaklı, kendi içinde tutarlı kaldı. Çok sayıda aydını etkileyen darbeciliğe hiç bulaşmadı; gerilla maceralarından da uzak durdu, yerliliğini kaybetmedi.
KM: Onun Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) İstanbul Şişli İlçesi üyesi olduğunu biliyoruz. Ancak parti çalışmalarına çok zaman ayıramadığı kesin. Belki de haftada bir parti eğitim çalışmasına katılmak ona yetersiz gözüktü. Zaten dönemin etkili sosyalist düşünce dergisi ANT’ın yazı işleri müdürü olması onu ağır bir sorumluluk altına sokmuştu. Sorumluluk derken, o dönem dergiciliğinde matbaada yeni basılan dergiyi, yeri geldiğinde dergi yönetim binasına sırtta taşımak olağandı, Osman Saffet de bunu sıkça yapardı.
12 Mart 1971 Muhtırası ile Osman Saffet Arolat’ı uzun bir hapishane süreci bekliyor. Bu süreçte ne yapıp / ne yapmadığı konusunda bilgileriniz neler?
ASA: Ant dergisindeki yazılara yağmur gibi ceza davaları açılınca Doğan Özgüden sorumlu yazı işleri müdürlüğünü Osman’a devretmişti. Osman’ın politik sorumluluk duygusunun ne kadar güçlü olduğunun fevkalade güzel bir kanıtıdır. Ucunda kesin hapis olan görevi mücadelesi uğruna hiç tereddüt etmeden kabul etmişti. Neticede 12 Mart’a gelindiğinde Ant’ta çıkan yazılardan zaten birkaç yüzyıl hapis cezası birikmişti. Üstüne bir de gizli örgüte üyelik suçlamaları eklendi. Şöyle bir hatıram var: Askeri yönetim İdris hocayı da gözaltına almıştı. Bir süre Sansaryan Han’da kaldı. Sonra saldılar. Kendi aramızda Mahir Kaynak’ın bizim kürsüde olması kurtardı derdik. Neyse, hoca gözaltında iken düzenli ziyaretine gittim, ihtiyaçlarını götürdüm. Aynı günlerde Osman, Harun, vs. arkadaşlar da Sansaryan Han’da sorguya (!) çekiliyordu. Osman benimle o günlerin sohbetini yapmaktan büyük keyif alır, hoca ile konuşabilmek için yaptıkları düzenleri, vs. uzun uzun anlatmaya bayılırdı. O içeride, ben dışarıda, Sansaryan Han anılarımız… 12 Mart seçkin aydınlara gerçekten çok eziyet yaptı, Osman da en ağır bedeli ödeyenler arasındadır.
KM: Bu süreç sadece Osman Saffet’e değil, 1961 Anayasası’nın zengin sosyal hakları kullanan tüm toplumun üzerine, askeri dikta yönetiminin ifadesiyle ‘’balyoz gibi indi’’. Her türden toplanma / örgütlenme hakkı askıya alındı, tüm örgütlenmelere kilit vuruldu. Gençlik kuşkusuz en büyük hedefti. “Öğrenci Lideri” olarak tanınmış bir Osman Saffet’in bu vartadan sıyrılması mümkün değildi, zira O Yaşar Kemal’in Zilli Kurt’udur. ANT dergisi yazı işleri müdürü olarak TCK’nın ünlü 142. maddesi nedeniyle açılmış davalarla istenen ceza miktarı 150 yılı aşkındır.
Sağmalcılar Cezaevi’nde üç yılı aşan tutukluluğunda iyi okudu. Cezaevinde Çetin Altan ve Doğan Koloğlu ile birlikte çalışma olanağının tanınması, ona nefes aldırdı. Sağcı düşüncenin liderlerinden Nihal Atsız’ın da bu odada bulunması yaşadığı ortamın çeşitliliğini anlatır.
Hapishanede hemen her sosyal kesimle oluşturduğu insani bağları hapishane dışına da taşıdı. Eminönü’nün ünlü kebapçısı Hamdi o dönemindendir.
1974 affı ve Osman Saffet Arolat serbest kalıyor. İSTA adlı bir haber ajansının kuruluşuna öncülük ediyor. Burada kesiştiniz mi?
ASA: İSTA benim için çok değerlidir. Ecevit-Erbakan koalisyonu ve 1974 affı 12 Mart’ı tasfiye etti. Fikir hareketleri de canlandı. Örneğin Murat Belge ve Ömer Laçiner Birikim dergisini başlattı. Sencer hoca da üç aylık bir teorik dergi için yola çıktı. Hayalinde Paul Sweezy’nin “Science & Society” dergisi benzerini Türkiye’ye taşımak varoı. Proje çevremizde olumlu karşılandı. Yayın kuruluna Cevat Çapan, Tuncay Çavdar, Ankara’dan Korkut Boratav ve Çağlar Keyder katıldı. Tuncay finansmanı sağladı. Geriye işin teknik kısmı, dizgi, baskı ve dağıtımı kalmıştı. Aklıma Osman ve İSTA geldi. Sencer ve İdris de iyi tanıyorlar zaten. Konuştuk, anlaştık. Toplum ve Bilim’in ilk sayıları Osman ve ekibi tarafından çıkarıldı yani. Dizgisi, baskısı, birinci hamur kâğıdı, her şeyi çok özenlidir. Eline alınca insanı mutlu eden dergilerdir. Sonrası hazindir. Askere giderken ajansı bıraktığı yoldaşlar ajansa el koydu. Biz de teknik işleri Birikim’e devrettik. O devir de öyle kapandı.
KM: Bir düzeltme yapayım: 1974 Affı siyasal suçları kapsam dışı bıraktı! Tahliyesi ancak Anayasa Mahkemesi’nin “eşitlik ilkesine aykırı” şeklindeki kararıyla mümkün oluyor. Osman Saffet af sonucu serbest kalsa da işsizdi. Bâbıâli’nin gazetecilik ortamı fevkalade muhafazakârdı. Gazete patronları, kâğıt tahsisi alamama, resmi ilanlardan yoksun kalma korkusu içinde onu istihdam etmiyorlar. Yaşamın çözüm noktasında duran Osman Saffet bir haber ajansı kurarak bu yasağı deliyor. Sendika dergiciliğinden tanıştığı Aydın Engin ile birlikte İSTA Haber Ajansı’nı kuruyor. Ankara’da Altan Öymen’in ANKA’sı kurulmuş ve yazılı basını haberleriyle beslemektedir. O bunu İstanbul’da ekonomi ağırlıklı haberlerle yapmak isteyecektir.
Sorun, haber oluşturmak kadar, pazarlamak… Hiçbir yayın organının yapmadığını Hürriyet yapar ve genel yayın müdürü Nezih Demirkent ona 10 bin TL ile abone olur. Nezih Bey’in onu yakından tanıması ve sonra Dünya’nın başına oturtması, bu tohumun tomurcuklanmasıdır. İSTA bir 10 yıl kadar etkili bir ajans olacak ve Osman Saffet’e de yaşamında hiç önemsemediği paranın anlamını öğretecektir.
İSTA’lı yıllar sonrası siyasetten uzaklaşıyor mu? veya siyasete yeni bir yorum getirme çabası mı var?
ASA: 12 Eylül kabusunda YÖK kanunu sonrası ben üniversiteden istifa ederek ayrıldım. Hayatımın en önemli şokudur diyebilirim. O güne kadar üniversite dışında bir hayat hiç düşünmemiştim. Hocalarım, başka dostlarım 1402 ile üniversiteden atıldı. Karanlık, kötü günlerdi. Hatırlamak bile can sıkıcı. Ben özel teşebbüse, Osman Kavala’nın ekibine geçtim, şirket yöneticiliği yapmaya başladım. 1980’li yıllarda Osman Arolat’la bir anlama koptuk. Şöyle diyeyim. Hayatlarımız kesişmez oldu. Gene sağda solda rastlaşıyor, sohbet ediyorduk ama o kadar. Üstüne İdris Hoca maalesef beklenmedik biz zamanda vefat etti. Paylaştığımız büyük zenginliği, bizi birleştiren çok önemli bağı böylece kaybettik. İdris hocanın o kadar genç yaşta aramızdan ayrılmasına hâlâ yanarım. Neyse, Osman’ın siyasetten kopmasını hayal bile edemiyorum. Siyaset ruhuna işlemişti. Ama dar anlamı ile bir makama seçilmek, güç iktidar sahibi olmak anlamına siyaset değil. Bir ideali gerçekleştirmek, haksızlıklar ve eşitsizlikler karşısında mücadele etmek anlamına siyaset. Muhakkak bir şeyler karıştırmıştır, benim haberim olmamıştır. Ben o sıralarda önceliği sosyal demokrat siyasete veriyordum. Osman’ın o tarafla ilgilendiğine pek şahit olmadım.
KM: “1975 sonrasında siyasetten uzaklaştı” sözleri çok ağır bir yargı olur. 1974 Affıyla herkesin sağa / sola saçıldığı bir dönem başlar, yaşamın doğruları insanları teslim alır. Osman Saffet “insanları yeni dünya için kucaklama” eylemini basın yoluyla yapabileceğine inanmıştır. Basın, 60’lı yıllar Türkiye’sinde bir eğitim aracıdır. Olgulara dayalı ödün vermez bir yazıçizi işine Osman Saffet’in kendisine yakıştırdığını düşünüyorum. Yaşar Kemal’in Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı sıfatıyla zincirler içinde yaptığı protesto eylemi haberi, İSTA’nın bu dönem yaptığı etkili haberlerden bir örnektir.
KOBİ’ciliğe yönelme konusu bir ideolojik kaçış mı? Yoksa mücadelesine yeni bir anlam mı katmak istiyordu?
KM: KOBİ’cilik, açık ifadesiyle küçük ve orta boy işletmelerden yana duruş, Osman Saffet’in “sol” ekonomi haberciliği yönelimidir. Mümtaz Zeytinoğlu’nun ‘’Anadolu Sanayiciliği’’ diye adlandırdığı ülküye KOBİ haberciliğiyle Osman Saffet yeni bir boyut kazandırmıştır. “Küçük Güzeldir” felsefesi egemendir. Ezilenden yana olan Osman Saffet küçük işletmeyi keşfetmekle, bunun adresinin Anadolu olduğunu görmüş, İstanbul’dan da Anadolu’ya taşımıştır. Osman Saffet KOBİ’cilik yaparak, çok uluslu şirketleri, tekelleri bir yana itmekte ve “benim odaklanmam bu adrestedir” mesajını vermektedir. Bu adresten de hiç şaşmadı…
Az bilinen THA, Sabah, Günaydın ve Milliyet gazetesi yılları… Osman Saffet Arolat tümüyle profesyonel ortamın seline mi kapılıyor? Bunlar içinde bir ayrıntılı haber gazetesi denemesi var. Bu gazetede rolü nedir?
KM: Bir yönüyle evet… Yaşamak zorundaydı ve bu yüzden bu gazetelerde görev aldı, ama ilginçtir unvanı hep “haber müdürü” oldu. “Haber” onun için sosyal sınıf analizi yapmakla eşdeğerdi. Bu yüzden de hep “cephe”de durmak istedi. Cenkleşmek onun mizacına çok uygundu.
BBC ve İsveç Radyosu Türkçe Yayınları için yaptığı anlamlı katkıları eklemek gerekir. Bu tür radyolar güvenilir olarak bilinen insanlarla çalışırlar. Osman Saffet’te fazlasıyla var olan bu özellikler onları buluşturmuş olmalı. İsveç Radyosu Türkçe şefi olan Osman İkiz’in onun için “Olağanüstü güzel işler çıkardı, ondan gelen haber ve yorumları tartışmasız yayınlardık” şeklindeki ifadesi, onun konumunu çok iyi özetliyor.
Süleyman Demirel’in mayolu haliyle resmini çektirip bastırmış olması için “Bu benim ayıbımdır, Süleyman Bey’in özel yaşamına girmemeliydim” demesi, ahlaki ölçülerini yansıtması açısından iyi bir örnektir.
Ayrıntılı Haber gazetesi bir Osman Saffet projesidir. Günaydın sahibi Haldun Simavi bir entelektüel gazete çıkarmak ister. Koşulu, sağ ve sol ideoloji temsilcilerinin gazetede dengeli yer almasıdır. Dış politikacı Hüseyin Baş’tan, tiyatro yönetmeni Işıl Kasapoğlu’na uzanan bir insan kümesi, bu gazetede buluşur. İlk çıkan gazetede İstanbul Sıkıyönetim Eski Komutanı General Faik Türün ile sosyalist TSİP partisinin genel başkanı Ahmet Kaçmaz yanyana gelince, gazetenin yıldızı bir günde söner.
1990’li yılların ortasında Nezih Demirkent’in davetiyle başlayan önce Dünya, sonrasında “Nasıl Bir Ekonomi” gazetesi dönemi, ölümüne dek sürüyor. Bu görevleri içinde onu nereye oturmak gerekir? Misyon gazeteciliği diyebilir miyiz?
KM: Dünya’dan davet aldığında Osman Saffet 53 yaşındadır. Çok birikimlidir, atletik bir yapıya sahiptir. Kısacası, gazete yönetecek tüm özelliklere sahiptir. O burada, gazeteciliğin yanında yönetici olacak ve patron vekilliği yapacaktır. Akşam rotatifte dönecek gazete sorumluluğu kadar, ayın başında ödemesi yapılacak bordrolar da onun işidir. Hoş, Nezih Bey parasal yükleri ona yıkmayacak kadar sorumluluk sahibi bir insandır. Osman Saffet, halefi Alp Orçun’dan üstlendiği sorumluluğu kolaylıkla yerine getirir.
Burada bir başka Osman Saffet portresiyle karşılaşıyoruz: İnsan adam… Gün gelir, bir insanın işten mi çıkarıldı, ona bir iş bulurdu. Rahmeti Ufuk Güldemir yeni TV kanalı kuracaktı, “Buyrun gelin, şu katımız boş, burada çalışın” demek ona has bir çözümdü.
Dünya, bir ekonomi gazetesi olarak basın sektörü içinde yer bulmak zorundaydı. Nezih Bey, çözümü Dünya Anadolu Buluşmaları’nda buldu. Osman Saffet bu buluşmaların kolaylaştırıcısı olarak derinlere kulaç attı, gazeteyi anlamlı bir zemine oturttu. Anadolu kucaklaşması gerçekleşti, kapılar açıldı. Osman Saffet de bu işi bir patent konusu yaptı. Anadolu’da pazar ağı örmek isteyen her kuruluşa bu modeli uyarladı ve bundan hep iyi sonuç aldı.
Dünya’daki rutini, gazeteyi yönetmek ve her gün bir 3. sayfadaki yazısı yazmaktı. Başyazıyı “D” rumuzuyla Nezih Bey yazıyordu, Osman Saffet’in yazısının misyonu nabzı tutmaktı. Yazısının “Dün beni arayan Gaziantep Sanayi Odası Başkanı…” ifadeleriyle başlaması olağandı.
Gazete çalışanları, Le Monde gazetesi gibi dünyada örneği çok az olan bir iş yaptılar. Çalışanların ortaklığıyla, Hakan Güldağ yönetiminde “Nasıl Bir Ekonomi” gazetesine dönüştü. Osman Saffet felç geçirmiş olmasının etkisiyle genel yayın müdürlüğünü bıraktı, yeni gazetenin başyazarlığını üstlendi.
Sorunuza dönerek “bir misyon gazeteciliği görevini yerine getiren misyonerdi” dersem, ifade yerini bulacak.
Osman Saffet Arolat’ın eğitimi ve donanımı için ne söylenebilir?
KM: Eğitimi ve donanımı arasında büyük fark vardı… Sonuçta, bir fakülteye bağlı iki yıllık Gazetecilik Enstitüsü’nün mezunuydu. Ama sosyal antropoloji okuyacak dek eğitime iştahlı, Gladio kurşunlarıyla yitirdiğimiz sosyolog Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil‘e asistan adayı olacak dek iddialıydı. Bu ülkenin okuyan / yazan, en önemlisi çözümüne odaklı 300-500 insanı ile sürekli bağ içinde olan Osman Saffet için “çok donanımlıydı” demem doğrudur.
Osman Saffet Arolat nasıl bir kişilikti? Az konuşan, az yorumlayan yapısına karşılık onu toplumda bu denli sevdiren etken(ler) neydi?
KM: Konuşmaktan çok iyi dinleyen, yorum yaptığında genellikle konuyu sentezlemekten hoşlanan, söze direk giren bir yapısı vardı. Az konuşması onun nikbin olmasını engellemedi. “Nasılsın?” faslı konuşmasında hiç yer almasa da “Geçen günkü sorununu çözdün mü?” yaygınca kullandığı bir cümle girişi olurdu. Şeref Özgencil’in Finans Dünyası için nerdeyse 15 yıl boyunca karşılık almaksızın her ay başyazı yazmak, işte bu da onun özelliğiydi….
Her işin ana şalteri olarak görülüp sevilmesine hiç şaşırmamak gerekir.
Nasıl bir gazeteciydi? Türünün başka bir örneği var mı? Ekonomi gazeteciliği içinde yeri neydi?
KM: Komple bir gazeteciydi. Hem haberi oluşturan hem yazan hem de basan bir insan olarak apayrı bir karakteristikti. Kâğıdın gramajını bilen, bunun hangi matbaada en uygun fiyatla basılabileceğinden haberdar bir gazeteci günümüzde nerdeyse kalmadı. O ise bu işin şahıydı….
Ekonomi gazeteciliği şeklinde bir habercilik türü Necati Doğru’yla doğmuş olsa da bunun yaygınlaşması Osman Saffet’in maharetli aklından çıkmıştır. Bununla ekonominin salt büyükler süper ligine ait olmadığını da anlatmış oldu. “Fındık” ya da “kayısı” salt bir ihraç metaı olan ürün olmaktan çıktı. Fındığın üreticisi / zahmeti / hastalıkları, bilmemiz gereken her şey habere konu oldu. Dr. Adnan Kahveci gibi farklı dokudaki politikacıların bu işlere odaklanmasını sağladı. Osman Saffet işin kurmayı olarak bilinse de bütün bu işleri hep bir piyade askeri gibi kendi yerine getirdi.
60 yıllık ağırlıklı yazılı basın deneyiminde, hakkında kendine çıkar sağladığı söylentisi çıkmamış bir insandır. Paranın kulvarında kulaç atsa da çıkar ya da menfaat sağlamak, onun aklına getirmediği işlerdi.
“Garanti Bankası Anadolu Turları” birçok insan gibi siz ikinizin de imzasını taşıdı. Burada neler yapılıyordu? Osman Saffet ‘in rolü neydi? Sizce amacına ulaştı mı?
ASA: Anadolu Sohbetleri’ni Garanti Bankası düzenliyordu. Ben ilk başladığında yoktum. Geri planı hatırlayalım. Dünya gazetesindeki rolü ve yeri Osman’a özellikle küçük ve orta boy işletme sahipleri ve kurdukları dernek ve odalar nezdinde büyük saygınlık kazandırmıştı. Osman’ın sivil topluma çok güvendiğini, çok desteklediğini bu noktada belirtelim. 2000’ler bankaların Anadolu ile ilgilenmeye, kredi verilecek güvenilir kuruluş aramaya başladıkları dönemdir. Hepsi bir şekilde daha önce ihmal edilen bölgelere ve kentlere, oradaki insanlara ulaşmaya çalışıyordu. Anadolu Sohbetleri içlerinde bence en iyi tasarlananıdır. Direksiyonda Nafiz Karadere, Sibel Asna ve Osman vardı. Kentli paydaşları da bir araya getirmek, vizyon kazandırmak, ufuk açmak, proje üretmeye teşvik etmek gibi sağlıklı ve gerçekçi hedeflere sahipti. Beni Osman önermiş. 2005’te ekonomi anlatmaya çağırdılar. Ekiple Adapazarı’na gittik. Sisteme iyi uyum sağladığımı düşünmüş olacaklar, beraber devam ettik.
Benim için de son derece yararlı bir deneyimdi. Düşünsene, Anadolu şehirlerini tek tek geziyorsun, oradaki insanlarla tanışıyor, konuşuyorsun, böylece Anadolu’nun nabzını tutma imkanını buluyorsun. Ben de çok şey öğreniyordum. Üstüne bir insani boyutu, dostluk ve keyif yanı da vardı. Doğrusu hem çalıştık para kazandık hem öğrendik hem çok eğlendik. Bir ara yılda 10 civarında kenti ziyaret ediyorduk. Anadolu’da görmediğim yer kalmadı diyebilirim. Osman’ın kişiliği, saygınlığı, bilgisi, insancıllığı Anadolu Sohbetleri’nin başarısına hayati katkı yapmıştır. Tekrar edeyim; ayrıca çok da eğlendik. Sahnede birbirimize takılırdık. O benim kur tahminlerimle ben onun otoriter yönetimi ile dalga geçerdim. Uzun yolculuklarda eski günleri yad eder, ona değdi buna değmedi tarihi dedikodular yapardık. Hiç unutmayacağım çok güzel anılar biriktirdik. İyi ki yapmışız.
KM: Garanti Bankası Anadolu Sohbetleri Türkiye’nin 101 noktasında gerçekleştirildi. Çıkışı, 2001 Krizi oldu. Bir seminer için Antep’e gidilmişti. “Ne yapılmalı?” konusunu gündeme getirdiğini hatırlıyorum. Garanti Genel Müdürü Ergun Özen işin tılsımının müşteri ile banka arasında yeni bir tür bağ tesis etmekten geçtiğine inanıyordu. Yerel ekonominin ihtiyaçlarını gözeten bir diyaloğun anlamlı olacağını düşünüyordu. Dünya gazetesi bu organik bağı oluşturacaktı. Gaziantep Sanayi Odası Başkanı olan Nejat Koçer bu işe “fikri onay” verince, düğmeye basıldı. İşin organizasyonunu A&B Ajansı yaptı. Etkinliklerde Asaf Savaş Hoca (Akat) değişmez 10 numaraydı. O, her ay sadece olup-biteni anlaşılır bir Türkçe ile anlatmakla kalmıyor, gelecek üç ay için tahminini açıklıyordu. Değişmez oturum başkanı Osman Saffet’in Asaf Hoca’nın sözlerini keserek yaptığı espri şuydu: “Sayın misafirler, şimdi Asaf’ın bu rakamları bir köşeye yazın, ama sonra bilin ki bunun tersi gerçekleşecek…” Salonda kahkahalar yükselirdi.
Osman Saffet’in zengin ajandasıyla iller yepyeni isimlerle tanıştı. O, işin hep “görünmez” kolaylaştırıcısı oldu. Hiç tebliğ sunmadı, hiçbir yerde bir açılış / kapanış konuşması yapmadı ama “mim” koyan hep oydu. Bütün bunlar illerin gündemine yenilik getirdi, perspektif sundu.
Bir başka rekoru da 4 T.C. Merkez Bankası guvernörüyle Anadolu’da yaptığı “İletişim Buluşmaları” oldu. Merkez Bankası guvernörlerinden hiçbiri “Ben Arolat’ı istemiyorum” demedi.
Felç geçirdikten sonra ilk kez Konya’da Dr. Erdem Başçı ile birlikte olacaktı… Podyuma çıkmak için gösterdiği gayretin birebir tanığıyım.
Bu buluşmalardan ürünler çıktı:
Konya ile başlayıp Aydın ile noktalanan 14 ilde, bizim deyimlendirmemizle iktisadi arkeoloji çalışmasını onunla birlikte yaptık. 10-11 yazarın katkısıyla ile oluşan bir il seçkisi, Yapı Kredi Yayınları’nın her yıl prestij yayını oldu. Antep ve Denizli üstünde yazdığımız ortak monografiler onca gitme ve gelmenin elde kalan tortusuydu, bunları Heyamola Yayınları bastı.
Osman Saffet’in özel hayatına dair gözlemleriniz nelerdir?
KM: Osman Saffet’in bence iş ve özel hayatı tümleşikti. Eşi Nurcan’ın onu toprağa verdikten sonra söylediği gibi “Onun yaşamı işiydi!” Bu yüzden onunla buluşmak, iş konuşmak demekti. Alkol kullanımı bir kadeh rakıdan ibaret olan Osman Saffet için yemek eylemi işinin teğetiydi. Çanakkale Yalova Restoran buluşmalarını bunlardan ayırmalıyım. Dardanelspor maçı almışsa özel olarak keyiflenir, Niyazi Bey’e (Önen) “Prim niyetine bir tatlı isterim” derdi. Rahmetli Tokta ile (Toktamış Ateş) pazar günleri tavla oynamalarını sayısı az olan tutkularına eklerim.
Okuduğu gazeteler içinde iki spor gazetesi vardı. Sporu izleme tutkusu son gününe dek sürdü.
GS’ın eski bir 400 metre koşucusu olarak GS Divan Kurulu üyesiydi ama hiç oy kullanmadı. Bir tiyatrosever olarak İstanbul Üniversitesi Tiyatrosu’nda, Gençlik Tiyatrosu’nda ve Oğuz Aral‘ın Mim Grubu’nda aktif tiyatro yaptı. İki tiyatro oyunu yazdı, sahnelenmesini istiyordu, olmadı.
Sesi iyiydi, güzel türkü okurdu ama son 50 yıllık yüksek temposu içinde o sesi dinleyemez olduk. Onu bırakın, Behramkale evini bile yılda 3-5 gün zor-bela kullanırdı. Bir keresinde İstanbul’dan Assos’a gitmek üzere yola çıkılmış, Mudanya aşılmış, Osman Saffet’in aklına yeni bir manşet haber konusu gelmiş olmalı ki, sürücüsüne “Haydi Hüseyin, buradan İstanbul’a dönelim” demesi, yaşama bakışının bir izdüşümüydü.
Soluksuz yaşanan bir 82 yıl sonrasında noktalanan ömrünün ardından neler söylemek gerekir?
ASA: Osman asil insandı. Bir bölümü aileden mirastı. Türkiye’de nadir rastlanan, nesiller boyu geriye giden köklü bir görgü dünyasına doğmuştu. Ama esas ruhu asildi. Güzel insandı. İlgileri geniş bir spektruma yayılan, insani ve toplumsal duyarlılığı çok yüksek, ahlaki değerlerini yozlaşmaya karşı koruyan, velhasıl eski usul bir aydındı. Dönem aydınlarında pek görülmeyen sporcu tarafı da vardı. Atletizm yapar, koşardı. İyi bir Galatasaraylı idi ama ailesinin çoğunluğu gibi liseden olmadığı için takılırdım. Fevkalade vefalı bir dosttu. 1970’lerin kargaşasında güvendiklerinden ciddi kazıklar yemişti. Bunları sevecenlikle anlatır, güler geçerdi. Maalesef 2020 sonrası Covid belası görüşmemizi zorlaştırdı. Telefonla idare etmeye çalıştık. Bu sonbahar gazetede buluşalım, beraber döner yiyelim diye sözleştik. Kısmet değilmiş, yapamadık. İçimde uhde kaldı. Osman’ı özleyeceğim.
KM: Güzel şeyler… Bizi insan yapan özellikleri onda fazlasıyla buldum, hissettim. Yaşamın çözümün bir yerinde durmak olduğunu onda gördüm. Yakınmak yerine “bu da geçer!” mantığıyla, insanoğlunun umut şırıngasını yanından eksik etmemesi gerektiği mesajını verdi. Bunun için yaşamı solumak gerektiğini biliyordu. Her topluluğun aranan insanıydı. “Dur bakalım, bunun için falancayı arayalım” diyen çözümcü duruşuyla, hemen herkesin gönül cephesindeydi.
Bu denli ayrışmış bir toplum yapısında Osman Saffet sağ ve sol düşüncede hemen herkesle kalıcı bir diyalog içindeydi, bir akil adamdı, birleştiriciydi. Kendisini hiçbir zaman bir kozanın içine kapatmadı ama kozalar ördü ve bunu yaparken de her bir kozanın içine tohum serpti.
Yaşar Kemal ustanın ifadesiyle “O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler” sözünün eriydi.
Ege denizine karşı ışıklar altında uyusun.