Rayların Üzerinde
Bugün bir tren yolculuğundayım. Dışarıda yaz güneşi rayların üzerinde gümüş gibi parlıyor. Oysa içimde, dışarıdaki sakinliğin aksine, oldukça hareketli bir düşünce trafiği var. Son zamanlarda iş hayatı üzerine düşünmekten kendimi alamıyorum. Çünkü insan, en çok hayatını en fazla şekillendiren şey üzerine kafa yorar. Ve bu sabah, trenin penceresinden geçip giden manzaraya bakarken aklıma takılan kelime şuydu: fanatizm.
Fanatizmin Maskeleri
Fanatizm deyince çoğumuzun zihninde din, siyaset ya da futbol tribünleri canlanır. Oysa iş dünyasında da fanatizm sessiz sedasız dolaşır koridorlarda. Üstelik çoğu zaman çok masum maskelerle… Tutku, aidiyet, özveri, adanmışlık gibi güzel kavramların ardına gizlenerek.
İK profesyoneli olarak, bu kavramların iç içe geçtiği, çoğu zaman da birbirinden ayırt edilmesi zor bir alanda çalışıyorum. Ve işin tehlikesi de tam burada başlıyor. Çünkü tutku ile fanatizm arasındaki sınır, bazen incecik bir çizgiden ibaret.
Kendi Kimliğin
Fanatizm, kökeni Latince fanaticus kelimesine uzanan, “tanrısal bir güç tarafından ele geçirilmiş” anlamı taşıyan bir kavram. Tarih boyunca insanları sürüklemiş; onları düşünmeksizin, sorgulamaksızın bir fikre, bir lidere ya da bir topluluğa bağlamış.
Fakat günümüzde bu kavramın sınırları hayli genişledi. Din ya da ideolojiyle sınırlı değil artık; sosyal medyada takip edilen bir influencer’a, bir markaya, hatta iş hayatına bile fanatikçe bağlanmak mümkün. Ve belki de bu yüzden bugün, tren camından dışarı bakarken, iş dünyasındaki fanatizmi düşündüm.
Benim Firmam
İş yerinde fanatizm, çoğu zaman şirket kültürüne aşırı bağlılık şeklinde kendini gösterir. İnsan, çalıştığı kurumla kendini öylesine özdeşleştirir ki, kurum eleştirildiğinde bunu kendi kişisel varlığına yönelmiş bir saldırı gibi algılar. Patronunu sorgulamak aklına bile gelmez. Uzun saatler çalışmayı bir erdem sayar, özel hayatını geri plana atar, bazen yok sayar.
Çevresindekiler hayran kalır bu fedakârlığa; yöneticiler onu örnek gösterir. Ama ben İK açısından baktığımda görüyorum ki bu bağlılığın ardında çoğu zaman derin bir yorgunluk, tükenmişlik ve kimlik bulanıklığı saklıdır.
Işıltı/Yanılsama
İş fanatizmi, kısa vadede parlak bir enerjiyle gelir. Böyle insanlar sorumluluk alır, gece gündüz demeden çalışır, şirketlerini savunur. Takım arkadaşlarına ilham verirler. Fakat bu yüksek motivasyon, çoğu zaman sürdürülebilir değildir. Çünkü fanatizmin doğasında körlük vardır.
Eleştiri almak bu insanlar için ağır gelir; iş dışında bir hayat kurmak zordur. Çoğu, içten içe yorgun düşer. Sabahları işe gitmek için yataktan kalkmak güçleşir. Kimi zaman bu tükenmişlik, istifa kararlarıyla sonuçlanır. İK kayıtlarında “kişisel sebepler” diye geçen o tek cümlelik notun ardında bazen iş fanatizminin bıraktığı izler gizlidir.
Kimin İçin Çalışıyoruz?
Organizasyon psikolojisi, bu durumu “çalışma fanatizmi” veya “organizasyonel kimlik bağımlılığı” olarak tanımlar. İnsan, kendini yalnızca işiyle tanımlar hâle gelir. İşteki başarıyı öz saygısının tek kaynağı yapar. Başarı geldiğinde yükselir, başarısızlıkta yere çakılır.
Oysa İK’nın en temel sorumluluğu, insanı yalnızca işten ibaret görmeyen bir sistem kurmaktır. Çalışanın kimliğini iş unvanının ötesine taşımasına, hayatını yalnızca iş çevresine hapsetmemesine alan açmak gerekir. Çünkü bir çalışan ne kadar bağlı olursa olsun, iş dışındaki kimliğini koruyamazsa, gün gelir hem kendini hem kurumunu yaralar.
Körlük
Bu yüzden sağlıklı bir bağlılık için önce sorgulama cesareti gerekir. Tutku, düşünmeyi durdurmaz; aksine aklı tetikler. Eleştiriyi düşmanlık saymaz. Kurumunu sever ama hatalarını da görebilir. Fanatizmse insanı kör eder. Kendisinden farklı düşüneni dışlar, suskunluk ve tek seslilik yaratır. Oysa inovasyon, eleştiriye alan bırakan ortamlarda filizlenir.
İstasyonlardaki Sorular
Bir tren raylarının sonsuzluğa uzanışı gibi, iş hayatı da önü açık bir yol. Ama o yol, insanı fanatizme sürükleyecek kadar tekdüze ve sert olmamalı. İnsan Kaynakları olarak en önemli sorumluluğumuz, çalışanların tutkularını kör bir bağlılığa dönüşmeden yaşamasını sağlamak. Çalışanın kimliğinin yalnızca işten ibaret olmadığını, en çok da kendisine hatırlatmak.
Bugün tren camından dışarı bakarken yine kendi kendime soruyorum: Ben işime bağlı mıyım, yoksa fanatik mi oldum? Ve bu sorunun cevabını, yalnızca kendi adıma değil, birlikte çalıştığım herkes adına da arıyorum. Çünkü işimize tutkuyla bağlı olmak kıymetli. Ama fanatikleştiğimizde, artık biz işimize değil, işimiz bize sahip oluyor. Ve hayat, nefes almaya muhtaç…
Belki de asıl mesele, nefes alacak boşluğu kendimizde yaratabilmek.