Henüz ilkokuldayken, çalışan büyüklerime çok üzülürdüm. Bir yılda 52 hafta var ve çalışanlar yalnızca 2 ya da daha şanslı olanlar 3, hadi daha da şanslı olanlar 4 hafta tatil yaparlardı. Bu da demek oluyordu ki neredeyse 50 hafta çalışmak zorundaydılar. Bunlar ücretli profesyonellerdi. Hele bir de dükkân sahiplerdi vardı ki esas onlara çok üzülürdüm.
Mesela mahallemizde bir kuruyemişçi vardı, adı Yusuf. Sabah 6.00’da dükkânı açar, gece 1.00 sularında kapatırdı. Ne çırağı ne de ortağı vardı, hep tek başınaydı. Bir Kartal otomobili vardı, o otomobil hep dükkânın köşesinde olurdu. Bir sabah dükkânı kapalı gördüm. Hayrete düştüm. Aynı gün öğleden sonra Kartal’ı yine her zamanki yerine park etmiş şekilde gördüm. Dükkân açılmıştı. Öğrendik ki Yusuf’un Ankara’da babası ölmüş. Öğle namazına müteakip defnetmişler. Yusuf babasını toprağa koyar koymaz koşmuş gelmiş İstanbul’a, yarım gün kadar ayrı düştüğü o tuvaleti dahi olmayan dükkânına. Yusuf bir gün Kartal’ı Ford’la değiştirdi. Kartal’ı karşı dükkândaki kişiye sattı, Ford’u yan dükkândaki kişiden aldı. Yani dükkândan o kadar ayrılmıyordu ki araba alım satımını bile yanından, karşısından yapıyordu. Bu yazıyı yazarken bile hayrete düşüyorum: Bu nasıl bir hayattı böyle? 40 küsur sene böyle devam ettikten sonra Yusuf aniden rahatsızlandı ve apar topar dükkânı devretti. Şu an hayatta mıdır, hayattaysa ne yapar ne eder bilmem.
Dünyanın en büyük paralarını da kazansan, bir tatile bile çıkamıyorsan neye yarar?
Vitesin düştüğü dönemler ne vaat eder?
Malum, yaz ayları tatil dönemi demek. Ofislerimizde klima savaşlarının yaşandığı bu dönemde işler biraz daha yavaşlar. Birçok kez müşterilerin “out of office” otomatik e-posta yanıtlarıyla karşılaşırız. Bu durum da bizi ister istemez bir rehavete, atalete sürükler. Bir toplantı alınacakken, diğer toplantılarla çakışmasından ziyade tatil programlarıyla çakışmaması sorgulanır. Özellikle pandemi sonrası yazın iki ayı uzaktan (yazlıktan) çalışma uygulamasına geçen birçok şirket var.
Bu dönemde işlerin vitesi 5’ten 2’ye kadar düşürülür. Son birkaç yılda “zaten herkes tatilde, Eylül’de bakarız”cıların sayısının çok arttığını görüyorum. Bu durum, öyle tahmin ediyorum ki sizlerin yörenizde de vardır. Oysa bu düşük vites bir devre arası olarak nitelendirilebilir. Yani maçın bundan öncesini değerlendirip, bundan sonrası için aksiyon değişikliklerine gidilebilir.
Bu dönemler hariç yöneticilerin takvimi her zaman çok sıkışık olur. Görece bu aylarda yoğunluk biraz gevşer. Belki de en büyük satışlar bu aralıkta gelmez ama yine de bu alan çok kıymetlidir. Şirketin çok önemli stratejilerini düşünebilir, kurgulayabilir hatta uygulayabilirsiniz. Can sıkıcı, el oyalayıcı, karın ağrıtıcı ne kadar ertelenmiş iş varsa çok daha az zahmetle bugünlerde nihayete erdirilebilir. Sakinlik daha doğru, daha konsantre düşünmenizi sağlar.
Dondurmalar şirketten!
Bu dönemde fikir geliştirme seansları yapılabilir. Bunu illa toplantı esnasında yapmanıza gerek yok. Mesela ben kumsaldayken bile çoğu zaman iş düşünür ve kendi kendime heyecanlanırım. Çünkü üzerimde güneşten başka hiçbir baskı yok! Evet, plajlar iş düşünme yeri değildir ama işimiz hayatımızın bir parçasıdır. Alın size şezlong üzeri fikir geliştirme seansı. Hatta bu yazının teması da aklıma plajdayken geldi ve kafamda tamamladım. Bilgisayar başına gelince sadece Word’e dökmek kaldı.
Yalnızca stratejik konular için değil, ekip ruhu için de bu “düşük vitesli dönemler” çok iyi değerlendirilmeli diye düşünüyorum. Ofiste yaz rehavetini kırmak için büyük bütçelere gerek yok. Öğleden sonra sürpriz bir dondurma molası, soğuk kahve eşliğinde kısa bir sohbet ya da açık havada yapılan mini bir toplantı ekibin moralini ciddi şekilde yükseltir. İnsanlar bu küçük jestleri hatırlar ve bağlarını güçlendirir.
Tamir bakım zamanı
LinkedIn’de oldukça popüler olan bazı İnsan Kaynakları liderlerinin “Tatile çıkıyorum, iki hafta yokum. Bu süre zarfında ailemle olacağım, biraz bronzlaşacağım.” paylaşımları çok dikkatimi çekti. Sanki birkaç sene öncesine kadar tatile çıkmak ayıptı. Bu koca koca şirketlerin yöneticilerinin “tatildeyim” paylaşımları bu tabuyu da yıkıyor.
Evet gerçekten de tatilde olmak, işe biraz ara verip nefes almak ayıp değil.
Yaz aylarını hafife almamak lazım. Çünkü bu dönem aslında iş hayatının “tamir bakım zamanı”. Arabanın uzun yola çıkmadan önce yağını değiştirmek gibi, bizim de beynimizi, ruhumuzu dinlendirmemiz gerekiyor. Ama gelin görün ki çoğumuz hâlâ tatil denince içten içe bir suçluluk hissediyoruz. Sanki ofisten uzaklaşınca işler yerle bir olacak, sanki e-posta kutusuna bakmayınca dünya duracak. Oysa işlerin büyük kısmı biz tatildeyken de akıyor, akmasa da Eylül gelince zaten hep beraber koşturmaya devam ediyoruz.
İzin kullanan yöneticilerin bunu LinkedIn’de paylaşmaları boşuna değil. Bu aslında iş hayatının da tatil kültürünü sindirmeye başladığının göstergesi. Çünkü tatil tembellik değil, stratejik bir ara. Dinlenmiş bir beyin, yeni dönemde hem daha yaratıcı hem de daha verimli oluyor.
Keşke Yusuf da dükkânının kapısına “Eylül’de Gel Canım, Şu An Out of Office” yazabilseydi. Belki de Kartal’ını daha rahat satardı.
Ya da kim bilir, belki de Yusuf’un arkasından Alpay’dan “Eylül’de Gel” şarkısını söyleyen, kuruyemişçilerini bağırlarına basan bir mahalleli vardı da ondan gidemedi:
“Tatil geldiği zaman ağlarım ben inan,
Gidiyorsun işte arkana bakmadan.
Nasıl geçer bu yaz? Ne olur bana yaz.
Yok, gitme. Gitme, gel.
Eylül'de gel!”