Birçok insan evladı gibi, şu kısacık yaşamda üstlenmiş olduğum birden fazla rol var. Bunlardan birisi de baba olmak. Evet, ben bir babayım; üstelik dört erkek evlat babasıyım. Peşinen söyleyeyim, bunu övünmek için değil, aksine üzülerek fakat tevekkül ile belirtiyorum, ne yazık ki kız babası olamadım! Yaradan böyle uygun görmüş belli ki… Değerli eşimin yuvamızda, çekirdek ailemizdeki “tek kadın olmamasını” gerçekten çok isterdim. Önceki yazımızda “bambaşka tarihlerde, bambaşka kültürlerde adalet sembolü, özgürlük sembolü ve vatan sembolü olarak hep kadınların ön plana çıktığını” ifade etmiştim. Öyle ya, bu şekilde tarihsel bir tespiti ve ifadesi olan bir insan evladı, kendi yuvasında “daha dengeli” bir demografik yapı istemez miydi?
Kız kardeşleri ya da ablaları olan benim gibi erkekler, “eşitlikçi ve kapsayıcı düşünce tarzını” çok erken yaşta edinebiliyorlar. Elbette aile kültürü ile birlikte anne ve babanın nasıl davrandığı da önemli; ne mutlu bana ki, erkek kardeşlerimle birlikte kız kardeşim ve ablam ile beraber ebeveynlerimizden eşit ilgiyi ve sevgiyi görerek büyüdük. İşte tam olarak bu nedenle, oğullarımın da benimle aynı koşullarda büyüyerek erişkin yaşlara ulaşmalarını çok arzu ederdim. Yine de kıymetli eşim ile birlikte, evlatlarımızın kapsayıcı düşünen, sağlıklı ve ahlaklı birer birey olmaları için elimizden geleni yapıyoruz. Zaten oğullarımın hepsi çok erken yaşlarında annelerinin birçok konuda babalarından net bir şekilde üstün olduğunu keşfettiler! Herkesin uzmanlaştığı, üstün olduğu rol veya roller vardır; önemli olan en yakınımızdakinden başlayarak katkı sunup fayda sağlayabilmek, birbirimize sahip çıkabilmektir. İnanın dün gibi hatırlıyorum; yıllar önce eşim ve o zaman tek çocuk olan ilk oğlumuz ile birlikte evimizde Haluk Bilginer ve Beyazıt Öztürk’ün başrollerinde oynadığı “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” adlı filmi izlerken 5 yaşında olan oğlumuz filmde gördüğü “Bacılar” ismindeki, liderlerini Şebnem Dönmez’in canlandırdığı kadın savaşçılara çok şaşırmıştı. “Osmanlılar’da kadın savaşçılar mı vardı?” diye sordu. Oğlumuza elbette vardı, Türk tarihinin farklı evrelerinde kadın savaşçıların ve kadın liderlerin birçok çok örneği var dedikten sonra ikinci sorusuna cevap verememiştik; “Peki ne oldu onlara, neredeler şimdi?” Seneler evvel eşimle yaptığımızı sizlere de tavsiye ederim; “Anadolu Kadınlar Birliği: Bâciyân-ı Rûm, Kadın Dervişler & Bacı Erenleri” araştırın ve akıbetlerini, sessizce tarih sahnesinden nasıl çekildiklerini okuyun.
Farklı coğrafya ve dönemlerde, “kadınların aktif katılımı neticesi sonuçlanmış” sayısız önemli mücadele ve savaş örnekleri var. Fransız kadınlar ünlü devrimde önemli bir kitle gücü olarak yer almasalardı devrim gerçekleşemezdi! Dönüm noktası 5 Ekim 1789’da kadınların Versailles Sarayına yaptıkları yürüyüştür. Parisli kadınlar yüksek ekmek fiyatlarını protesto ederek Versailles Sarayı’na yürüdüler ve Kral XVI. Louis'nin Paris’e dönmesini sağladılar; işte bu olay o dönemdeki Fransa’nın kaderini değiştirmiş ve tebaa konumundaki bütün erkeklere cesaret vermiştir! Bir başka önemli bir devrim olan Haiti Devrimi, “köleliğe karşı yapılmış” başarılı tek büyük ayaklanmadır. Siyahi kadın köleler hem silahlı direnişte hem de istihbarat, destek ve organize hareketlerde aktif oldular. Sanité Bélair, bir kadın asker ve subay olarak Fransızlara karşı verilen mücadelede komutan olarak savaştı ve idam edildiğinde bile geri adım atmadı, özgürlük mücadelesinin sembollerinden biri oldu. İkinci dünya savaşında Sovyetler’in Nazi Almanya’sına karşı sahada üstünlük kurması nasıl oldu bilir misiniz? Nazilerin aksine topyekûn bir millet olarak, kadın-erkek birlikte cepheye gidilmesi sayesinde oldu! Bu noktada son derece çarpıcı iki örnek verebilirim; ilki, “Gece Cadıları” olarak bilinen 588. Gece Bombardıman Alayı’nda tamamı kadınlardan oluşan pilotlardır, Nazi hedeflerini vurmakta büyük başarı gösterdiler. İkincisi, 309 düşman askerini etkisiz hale getirerek “tarihin en başarılı keskin nişancılarından biri” olan kadın asker Lyudmila Pavlichenko‘dur. Ancak Hollywood filmlerine konu olan, aynı dönemde görev yapan bir başka Rus keskin nişancı Vasili Zaytsev oldu. Çok daha ünlü bir figür olan erkek keskin nişancı Zaytsev’in savaş boyunca kaç tane nazi askerini etkisiz hale getirdiğini lütfen araştırın ve kadın asker Pavlichenko ile karşılaştırın! 2. Dünya Savaşı’ndaki Sovyetler Birliği’nin cephede Nazilere üstünlük kurması gibi, Vietnam Savaşı ve Türk Kurtuluş Savaşı’nın ortak yönlerinden birisidir; her ikisinde de işgalci güçler erkek askerleri ile saldırmışlar, kadın-erkek birlikte mücadele eden halk karşısında mağlup olmuşlardır! Hele bizim Milli Mücadelemiz… Kara Fatma, Halime Çavuş, Rahime Hatun, Hafız Selman İzbeli, Gördesli Makbule, Çete Ayşe, Nezahat Onbaşı, Kılavuz Hatice… Hangi birisini yazayım? Cephede aktif görev alanlar da sayısız, cephe gerisinde erzak, silah ve cephane taşıyarak özellikle İnebolu - Kastamonu - Ankara hattında kağnılarla mühimmat taşımak gibi hayati görevlerde bulunmuş olanlar da sayısız. Elbette Şerife Bacı bu mücadelenin simgesidir; şiddetli kış koşullarında cephane taşırken donarak hayatını kaybetmiş, ancak taşıdığı cephaneler teslim edilmiştir! Halide Edib Adıvar, hem bir yazar hem de bir mücadeleci olarak halkı örgütleme, bilinçlendirme ve propaganda çalışmalarında çok önemli rol oynamış, aynı zamanda cephede görev almıştır. Bunca askerlikten bahsetmiş olmamın elbette bir sebebi var; çünkü yeryüzünde kadın-erkek eşitsizliğinin gözlemlendiği en bariz meslek askerliktir! Günümüzde 200’ün üzerinde sayıdaki devletlerden sadece Kuzey Kore, İsrail, Eritre ve Norveç’te kadınlara da zorunlu askerlik hizmeti uygulaması vardır. İlk üç ülke buna muhtaç oldukları için, (Üç ülkenin ortak noktası, çevresel bir düşman tehdidi karşısında yetersiz insan kaynağına sahip olmalarıdır) Norveç ise gerçekten kapsayıcılık ve eşitlik ilkesini hayata geçirmek amaçlı olarak uygulamaktadır.
Rosa Parks adını hiç duydunuz mu? ABD’de yürürlükteki bir yasaya göre otobüslerin ilk sıraları beyaz tenli insanlara, son sıralar siyahlara ayrılmıştı. Arada kalanlarsa beyazların sıraları doluncaya kadar siyahların da oturabileceği koltuklardı. Ayakta kalan beyaz olduğunda, şoför siyahlarla beyazların oturduğu koltukları birbirinden ayıran ‘colored’ işaretini otobüsün arka tarafına doğru götürüyordu. Siyah tenli insanlar arkada yer yoksa ayakta durmak, ayakta duracak yer yoksa da otobüsten inerek, durakta bir sonraki otobüsü beklemek zorundaydı! Devletin kanunu, siyah yolcularla beyaz yolcuların aynı koltukta yan yana oturmasına da izin vermiyordu. 1 Aralık 1955 günü Rosa Parks işte bu kanuna uymayan cesur bir kadındır! Otobüs şoförünün neden kalkmadığını sorması üzerine “Çünkü kalkıp yerimi bir başkasına vermem gerektiğine inanmıyorum” diye cevap vermesi üzerine şoför polis çağırdı ve Rosa Parks “kamu düzenini bozmak” suçundan tutuklandı. Birkaç gün içerisinde (içlerinde beyaz tenli insanların da olduğu) 40 binden fazla kişi eylem yapmaya başladı ve otobüslere binmeyerek işlerine yürüyerek gittiler. Giderek büyüyen halkın tepkisi karşısında devlet sürekli geri adım atarak, yasalarını “daha kapsayıcı ve eşitlikçi” bir şekilde yeniden düzenledi. 1999 yılında ABD Kongresi tarafından altın madalyayla ödüllendirilen, 24 Ekim 2005’te hayatını kaybeden bu kadın olmasaydı, bugün ABD belki de ırkçı yasaları uygulamaya devam eden bir ülke olurdu. Bakın buna rağmen, Dünya Ekonomik Forumu’na göre mevcut koşullar altında eşitlik ve özgürlük ülkesi olduğu iddia edilen ABD’de cinsiyet eşitliğinin 200 yıl sonra ancak sağlanabileceği öngörülüyor. Varın dünyanın geri kalanı için bu eşitliğin ne zaman sağlanabileceğini siz tahmin edin! İnsanlık sizce gerçekten bu kadar beklemeli mi? Çünkü dünyanın ve yaşamlarımızın giderek artan zorluklarıyla başa çıkabilmemiz için, “toplumdaki herkesin temsiline ve tüm yeteneklerin kullanılmasına” ihtiyaç var. Eşitlik olgusunu toplumun her kademesine yerleştirmek ve bunu en kısa sürede gerçekleştirmek için kurumları güçlendirmeye her seviyeden başlamamız gerekiyor. Ekonomimizi yönlendiren kurumlar olan, ticari işletmelerimizin, şirketlerimizin en üst karar mercilerinde kadınların daha fazla yer alması gereklidir! “Hayat müşterektir” demek kolay. mesele “kendini kandırmadan, bu hakikat ile çelişmeden” yaşayabilmektir. Kızına son derece düşkün olduğunu bildiğim, çok büyük bir şirketin sahibi olan arkadaşım var; adeta pamuklara sarıp da büyütmekte olduğu kızı bir yana, dünya bir yana onun için. Fakat kızını çok seven, erkek evlatları olduğu halde, biricik “kızı dünyaya geldikten sonra baba olmanın ne demek olduğunu anladığını” söyleyen bu arkadaşım, kendi şirketinin üst yönetimine yönetici seçerken nasıl bir politika izliyor sizce? Sadece erkeklere görev veriyor. Dikkatimi çektiği için bir gün dayanamayıp neden böyle yaptığını sorduğumda aynen şöyle söyledi; “erkekler ile daha rahat iletişim kurabiliyorum, ne yapmaları gerektiği konusunda onlara net mesaj verebiliyorum; kadınlara işyerinde otoriter davranamayıp işime zarar vermek istemem”. Sadece Türkiye’de değil, inanın dünyanın birçok yerinde ve özellikle doğulu ülkelerde bu saçma gerekçe ile kendi şirketlerinin üst yönetici pozisyonlarında kadınlara görev vermeyen o kadar çok erkek var ki… Deloitte 2023’te yayımladığı bir raporda, yönetim kurullarındaki kadınların küresel ortalamasının %20 civarında olduğunu belirtti. Equileap’in “2023 Cinsiyet Çeşitliliği Endeksi” dünyanın en büyük 100 şirketindeki kadın oranının yaklaşık %30 olduğunu ortaya koydu. Üstün teknolojik gelişimine ve ekonomik kalkınmasına rağmen, “bir doğulu ülke olan” Japonya’da ise bu oran sadece %10’dur!
Türkiye’nin yükselmesi ve ekonomik mücadelesinde muvaffak olması için sahip olduğumuz en önemli kaynak olan insan kaynağının tam kapasite ile değerlendirilmesi gereklidir! 21. Yüzyılın yarısını tamamlamak üzereyken, özellikle eğitimli ve yetki sahibi kişilerin yeterince aldıkları kararlarda kapsayıcı olmamalarını ve kadın erkek eşitliğine uygun olmayan düşüncelere sahip olmalarını aklım da vicdanım da kabul etmiyor. Lafı daha fazla uzatmanın anlamı yok, ille de kadın-erkek farkının ortaya konulmasını isteyenler için merhum büyük usta Neşet Ertaş zaten gerekli tanımı yapmış: “Kadınlar insandır. Biz erkekler ise insanoğlu!”