Ailece Yeşilçam filmlerini sıkça izleriz çünkü çok severiz. Sanıyorum Türkiye’de birçok kişi bizimle aynı duyguları paylaşıyordur; eski Türk filmlerinin diğer tüm sinema çeşitlerinden farklı bir dokusu, bambaşka bir lezzeti var. Daha sıcak, daha samimi bu filmler. Öyle olmasalardı yüzlerce kez izlediğimiz, neredeyse her sahnesini ve her repliğini ezbere bildiğimiz filmleri tekrar tekrar nasıl izlerdik ki? Yakın dönemde eski Yeşilçam filmlerinin tadına yakın filmler de çekildi. Bu filmlerde öne çıkan az sayıdaki isimlerden biri de Ata Demirer bizim için. Seyyar bir çiğ köfte satıcısını canlandırdığı bir filminde, İstanbul’da başı belaya girince soluğu Gökçeada’da alır. Plansız bir şekilde geldiği bu güzel adada turizm açısından sezon sonudur ve iş ararken sahildeki bir işletmenin sahiplerine kendisini “İsviçre Çakısı gibi adamım ben!” diye tanıtır. İşte tam bu sahnede çocuklar bana ve annelerine aynı anda sordular; İsviçre Çakısı gibi olmak ne demek? Ebeveynleri olarak, filmi durdurup çocuklarımıza farklı özellikleri de içeren, İsviçre’de üretilen bir tür bıçak olmasına karşın, bunun dilimizde bir çeşit terim olduğunu, kültürümüzdeki bazı deyimlerle (on parmağında on marifeti olmak gibi) aynı anlama geldiğini, “çok yönlü olmanın” önemini anlatmaya çalıştık. Ancak düşünmeden edemedim, çocuklar şu kısacık yaşamlarında hiç İsviçre Çakısı görmediler ki; duymamış olmaları da gayet normal. Sahi, ben en son ne zaman görmüştüm ve duymuştum? Ya ikinci sordukları soruya ne cevap verecektik? Neden “Türk Bıçağı gibi adamım ben” demedi?
Trabzon’un Sürmene ilçesi, Bursa’nın Kestel ilçesi, Denizli’nin Yatağan kasabası ve hatta Sivas, Gaziantep ve Şanlıurfa illerimiz… Bu yerlerin ortak noktası nedir bilir misiniz? Evet, yüzyıllardır bu yerlerde son derece kaliteli, birbirlerinden farklı tür ve çeşitlerde bıçaklar üretilir. Osmanlı’ya başkentlik yapmış olan Bursa ilimizdeki Kestel ile Sivas ilimiz en eski geleneksel bıçakların üretildiği yerlerdir. Çünkü Osmanlı henüz yokken, Anadolu Selçukluları döneminde de buralarda çeşitli amaçlar için son derece kaliteli çelik bıçaklar üretiliyordu. Ancak elbette el emeği ile dünyanın çok sayıda farklı yerlerinde üretilen bıçak ve kılıçlar hep oldu. Her alanda olduğu gibi, global ölçekte markalaşmak için farklılaşmak, üretilmekte olan ürüne ek özellikler katabilmek şarttı. İşte 1891 yılında Karl Elsener bunu başardı! İş yaşamına bir demirci atölyesinde bıçak ustasının yanında çırak olarak başlamıştı. Disiplinle çalışarak, iyi bir zanaatkâr oldu ve sadece 24 yaşındayken, 1884 yılında cerrahi aletler ve bıçak üreten bir fabrika açtı. Kaliteli işçilikle ürettiği ürünler kısa sürede ülke yönetiminin de dikkatini çekti. İsviçre ordusunun, askerlerin hem yiyecek hazırlayabilmesi (konserve açacağı, bıçak vs.) hem de silahlarını söküp takabilmesi için (özellikle vida sökme) çok amaçlı bir alet ihtiyacı duymaya başlamasıyla "Soldier’s Knife" (Asker Bıçağı) olarak bilinen ürünü 1891 yılında piyasaya sürdü. İşte askeri amaçla üretilen bu ürün “İsviçre Çakısı”nın önünü açtı. Karl Elsener, geliştirilmiş bir versiyon olan "Offiziersmesser" (Subay Bıçağı) modelini de 1897 yılında tanıttı. Bu tarih, bugün "İsviçre Çakısı"nın doğum tarihi olarak kabul edilir. Çok sevdiği annesinin adı olan “Victoria” ile paslanmaz çelik anlamına gelen “inox” kelimelerini bir araya getirerek firmasının adını ve ürettiği bıçakların markasını “Victorinox” olarak lanse etmişti. Bugün günümüzde halen İsviçre Çakısı denilince akla gelen ilk marka Victorinox’tur. Firmanın yüzyıldan fazla süre önce üretilen modellerinde bıçak, tornavida, makas, konserve açacağı, İngiliz anahtarı gibi farklı işlevleri olan aletler bir aradaydı; zamanla USB bellek, lazer pointer, pusula, büyüteç ve hatta dijital ekran gibi farklı özellikleri olan aletleri de içeren ürünler üretmeyi başardı. Askerlerinin düzenli olarak taşıdıkları yükün ağırlığını sınırlandırmak isteyen bir ordu için, Karl Elsener firması Victorinox ile son derece inovatif ürünler üreterek, gerçek bir ihtiyacı karşılıyordu. Zaman içerisinde başta NATO üyeleri olmak üzere birçok devletin silahlı kuevvetleri İsviçre Çakısını kendi askerleri için satın aldılar ve hatta özel taleplerle kendilerine özel ürünler üretilmesi için sipariş verdiler.
Şu anda bir Korn Ferry şirketi olan, liderlik danışmanlığı firması Whitehead Mann tarafından 2005 yılında “İyi Bir Yönetim Kurulu Başkanı Nasıl Olur?” başlıklı bir rapor yayınlanmıştı. Bu raporun yayınlanmasından 4 yıl sonra ilgili şirket Korn Ferry tarafından satın alındı. Aradan 12 sene geçmiş ve 2021 yılında Covid-19 virüsü küresel bir salgına dönüşmüştü. Pandeminin iş dünyasında yarattığı son derece zorlu atmosfer koşullarında Korn Ferry bünyesine kattığı liderlik danışmanlığı firması Whitehead Mann’in ilgili raporunu revize etme kararı aldı. Şahsi olarak, bu konuda Korn Ferry ile birebir aynı doğrultuda düşündüğüm için, 21. yüzyılda “başkanla beraber bütün yönetim kurulu üyelerinin” sahip olmaları gereken 10 özelliği sıralıyorum.
1- Yönetim kurulu ve ötesinde geniş deneyim
Yönetim Kurulu Başkanı ve Üyeleri, karşılaşılacak zorlukları anlayabilmek ve çeşitli paydaşlarla geniş bir ağ kurabilmek için farklı ve çok çeşitli deneyim yelpazesine sahip olmalılar. CEO olarak geçmiş deneyim faydalı olabilir; ancak yeterli değildir. İyi başkanlar ve üyeler aynı zamanda “İcra Dışı Direktörlük” (NED) yapmış, komite başkanlığı görevlerinde bulunmuş ve kurumsal dünya dışından da deneyimler edinmiş kişiler olacaktır.
2- Yoğun merak ve farklılıklara açıklık
Hızlı değişim ve sürekli bozulma (disruption) ile tanımlanan bir ortamda, yeni fikirleri ve trendleri fark edememek yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Geleceğin başkanları, hem iş dünyasında hem de genel toplumda gelişen eğilimleri tanımak ve bunlara açık olmak konusunda sürekli bir merak ve farkındalık sergilemelidir.
3- Dayanıklılık, öz denetim ve karakter gücü
2020’lerin çalkantılı geçişi devam ediyor. Yeni bir küresel pandemi düşük ihtimal olarak görülse de başka krizlerin yaşanacağı neredeyse kesin. Bu nedenle, etkili başkanlar ve üyeler krizlere karşı dayanıklı, karakterli ve gerektiğinde mücadeleci olmalıdırlar. Geçmişte yaşadıkları krizler ve bu süreçlerden öğrendikleri deneyimleri aktif bir şekilde kullanabilmeleri hayati öneme sahiptir.
4- Duygusal zekâ ve üstün iletişim becerileri
Başkanlar ve üyeler artık daha geniş bir paydaş grubuyla ilişki kurmalı ve daha çeşitli yönetim kurullarını yönetmelidir. Etkili iletişim ve dinleme becerileri sayesinde iç ve dış ilişkiler geliştirilmeli, her yönetim kurulu üyesi ve üst düzey icaracı yöneticiler değerli hissettirilmelidir.
5- Alçakgönüllülük ve kişisel gelişime açıklık
Eskiden tolere edilen “kibirli ve mesafeli başkanlar” artık kabul edilmeyecek. Yarınların başkanı, hatalarını kabul edebilen, onlardan ders çıkaran ve başkalarından öğrenmeye açık bir profil sergilemelidir. Kendi gelişim süreciyle ilgili somut örnekler sunabilmeli ve çevresine de öğrenme kültürü aşılamalıdır.
6- Zihinsel çeviklik ve sürekli entelektüel beceriler
Alçakgönüllülük, entelektüel zayıflık anlamına gelmez. Geleceğin başkanları zihinsel olarak çevik ve entelektüel anlamda güçlü olmalı; değişimi öngörüp hızla yanıt verebilmelidir.
7- İş birliği odaklılık ve ortaklıkları takdir etme
Başkan ve CEO arasında güçlü bir ortaklık, başarılı liderliğin temel taşlarından biridir. Etkili başkanlar CEO’yu destekleyip cesaretlendirecek, gerektiğinde yön gösterecek ama aynı zamanda onu sorgulayacak ve gerektiğinde değiştirmekten asla çekinmeyecektir.
8- Amaç duygusu
Şirketlerin ve yönetim kurullarının nasıl algılandığı konusu derinden değişiyor. Başkanlar, yalnızca kâr amacıyla değil, insan, gezegen ve anlam odaklı hareket eden bir liderlik sergilemelidir. Kendi değerleriyle uyumlu ve içten gelen bir amaçları olmalı ve bu amacı paydaşlara açıkça iletebilmelidirler.
9- Dijital farkındalık ve yetkinlik
Teknoloji hayatın ve iş dünyasının her alanını dönüştürüyor. Başkanların ve üyelerin uzman olması gerekmez; ancak teknolojiyi, eğilimlerini ve etkilerini gerçekten anlayabilmeleri gerekir. Ayrıca dijital uzmanlarla etkili ilişkiler kurabilmeli ve bu alandaki dönüşümlere öncülük edebilmelidirler.
10- Göreve tam bağlılık ve katılım
Yönetim Kurulu Üyeliği ve Başkanlığı artık “yarı zamanlı” bir görev olarak tanımlanmamalı. Geleceğin başkanları, yönetim kurulunu işlevsel ve çevik tutmak, CEO’yu daha önce hiç olmadığı kadar sorgulamak ve gerektiğinde onun görevini üstlenmek zorunda kalabilir. Bu, emeklilikten önceki hafif bir geçiş rolü değil; ciddi zaman ve bağlılık gerektiren bir görevdir!
Ailece izlediğimiz yerli filmde Ata Demirer’in canlandırdığı karakter iş görüşmesinde “İsviçre Çakısı gibi adamım ben” diyerek, beni sadece yemek hazırlayan bir usta olarak görmeyin, işletmenin gelişmesi ve büyümesi için farklı rolleri üstlenebilecek yetenek ve deneyime sahibim mesajını veriyordu. Her fırsatta farklı platformlarda fırsat buldukça vurguladığım gibi, kurumsallaşmaya giden yoldaki en önemli adım liyakattir. Bir teşkilâtın veya organizasyonun gelişimi ve büyümesi hedefine ulaşmak için “işi ehline vermek” son derece basit ama en etkili yöntemdir! Şirketlerin tepe yönetimlerinin “çok yönlü insanlardan oluşması” o şirketlerin gelecekleri ve bekaları için stratejik değere sahiptir. Yeri gelince kolları sıvayabilecek, icra tarafında şirketin en önemli organlarında (Finans, İK, Üretim, İhracat, Pazarlama, Satın Alma vs.) oluşabilecek bir boşluğu vakit kaybetmeksizin anında doldurabilecek üyelerden oluşan bir Yönetim Kuruluna sahip olmak çok ama çok önemlidir!