Avrupa Birliği, geçtiğimiz mart ayında kamuoyunda stratejik önemi büyük bir düzenleme yayınladı: "Preparedness Union". Hazırlık dokümanı diyeceğim bir strateji belgesi bu. Avrupa kıta nüfusunu önlem almaya çağıran bir duyuru. Bir iç iletişim metni.
AB vatandaşlarına şu çağrı yapıldı: Her birey, olası bir kriz anında en az 72 saat süreyle hiçbir şeye ihtiyaç duymadan hayatta kalabilmesini sağlayacak temel ihtiyaçlarını stoklamalı. Köklü bir paradigma değişimine işaret ediyor.
Avrupa’nın güncel risk analizine bakıldığında çağrının ardında; süregiden jeopolitik gerilimler, siber saldırı tehdidinin yaygınlaşması, iklim krizinin yol açtığı felaketlerin sıklığı, altyapıların hazır olmaması, pandemiyi unutamamak, lojistik gerilimler, hepimiz birimiz için mottosuyla kurulan savunma paktı NATO’nun güncel sınavlardan geçememesi… Avrupa Birliği’nin, topyekûn bir hazırlık stratejisi benimsediğini anlıyoruz. Bu stratejinin beni özellikle ilgilendiren ve etkileyen kısmı ise iletişimi. Su, gıda, ilaç, nakit, enerji kaynağı, iletişim cihazları gibi temel unsurların birey düzeyinde planlanması isteniyor. Yeni düzende plan her evin, kendi küçük kriz merkezine dönüşmesi.
Çağrının unsurlarından biri de dijital kırılganlık üzerine kurulu olması. Belgede, nakit bulundurma önerisi yer alıyor. Örneğin Hollanda Merkez Bankası, yetişkin bireylerin, evde birey başına en az 70 euro, çocuklar adına da 30 euro bulundurmasını tavsiye ediyor. Olası bir siber saldırı, elektrik kesintisi veya altyapı çökmesi durumunda elektronik ödeme sistemleri çalışmayabilir. Geçtiğimiz aylarda İspanya ve Portekiz’de yaşanan geniş çaplı elektrik kesintileri, ATM’lerin, POS cihazlarının ve bankaların çalışmamasına yol açmış, toplumun gündelik yaşamı birkaç saat içinde felce uğramıştı.
Peki, biz ne durumdayız?
Geçtiğimiz hafta yayınlanann yazım da benzer bir temadaydı. Görüyorum ki, her hafta hatta her gün yazsak yeterli değil. Haziran ayında her 30 dakikada bir yangın çıktığına inanabiliyor musunuz? Hazırlıklı mıydık? Hayır. Önlem alındı mı? Tartışılır. Ders çıkartıldı mı? Muhtemelen hayır. Üst Düzey Umarsızlık; deprem, yangın, sel gibi doğal afetleri sadece doğa olayı olarak göstermeyi seviyor. Bu felaketler, ekonomik krizlerin, yönetim zafiyetlerinin, siyasal iletişimsizliğin sonucu. Her afet sonrası unutma döngüsü yaşanıyor. Hazırlık, “tehdit” söylemiyle sınırlı kalıyor. Korkutarak değil, ortak sorumluluk bilinciyle hareket edilmesi gerekiyor.
Türkiye deprem ülkesi
Bu gerçeği unutabilir miyiz? Biz unutsak sarsıntılar her an hatırlatıyor. Sorun, alınması gereken önlemler günlük siyasi gündemin gerisinde kalıyor. Depremde toplanacağımız alanları bilmiyoruz, bildiğimiz alanların üzerine bir AVM ya da site yapıldığını görebiliyoruz. Her depremde konuşmayı siyasiler, dertleri bireyler taşıyor. Avrupa ise derdi ortak taşımak için önlem almaya, kurallar koymaya, sorumluluk paylaşımını bir sisteme oturtmaya çalışıyor.
En fazla sığınak hangi ülkede?
İsviçre 9 milyon nüfusa sahip. Tarafsız bir ülke. Dünya üzerinde en çok sığınağa sahip ülke olduğunu biliyor muydunuz? Tüm nüfusunu koruma garantisi veriyor. Tam 370 bin adet sığınağa sahip. Nükleer saldırı en büyük tehdit olarak görülüyor. İsviçre’yi, İsveç ve Finlandiya takip ediyor. Norveç de geçtiğimiz günlerde hava saldırılarına karşı sığınak kuralları yayınladı. İsviçre ve Finlandiya sığınak tasarımı ihracatıyla da dikkat çekiyor. Gazze’de Ukrayna’da yaşananlar canlı.
Deprem çantasından fazlası
Kuzeyde Ukrayna-Rusya savaşı, Orta Doğu'da süregiden çatışmalar, sınır ötesinden gelen sınırsız etkiler... Türkiye'nin dışında yaşanan bu krizler, sınırların içine kadar sızıyor. Göç, tedarik zinciri, enerji, güvenlik, ekonomi... Hazırlık söz konusuysa, coğrafya ile birlikte düşünmeliyiz.
The New York Times yazarlarından Türk akademisyen ve yorumcu Zeynep Tüfekçi’nin 8 Temmuz 2024 tarihli yazısını okumanızı öneririm. Tüfekçi, ABD’de yaşanan Guadalupe Nehri taşkınını anlatırken, uyarı sistemlerindeki zafiyete, liyakatsizliğe ve hazırlık eksikliğine dikkat çekiyor. Yazının odak cümlesi, çoğu krizimize uyarlanabilir: “Tahminler harekete geçirmez, güven duyulan uyarılar insanları harekete geçirir.” (“Forecasts don’t move people. Credible, timely warnings that they hear and believe do.”) Türkiye’de iletişimin zayıf olması, tehlikeyi anlamaya ve anlamlandırmaya engel oluyor.Tüfekçi’nin yazısı iletişim problemi kadar kamusal kapasite erozyonuna dikkat çekiyor. Kurumların içinin boşaltılması, uzmanlık kaybı, koordinasyon eksikliği, kriz anlarında ölümcül sonuçlar doğuruyor. Hazırlık dediğimiz şey, bir deprem çantasından fazlası.
Bir toplama çıkarma yaparsak tam olacak
Avrupa’da önerilen 72 saatlik stok miktarıyla Türkiye’deki yaşam maliyetini karşılaştırdığımızda arada ciddi farklar çıkıyor. Bir yetişkin için önerilen 70, çocuk için 30 Euro hesaplamasında, hijyen ürünleri, enerji, iletişim, barınma gibi kalemler dışarda. TÜRK-İŞ’in Haziran 2025 verilerine göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 26.111 TL, yoksulluk sınırı 81.580 TL civarında. Net asgari ücretin 22.104 TL olduğunu düşündüğümüzde, birçok hane için 70 Euro erişilemez, sosyal gerçekliğe ters düşüyor.
İletişim demişken
İster Hollanda’nın selleriyle, ister ABD’nin ani taşkınlarıyla, ister bizim orman yangınlarımızla karşılaştıralım; hikaye aynı. Hazırlık yetersiz, karar verme mekanizmasında aksaklık, umarsızlık, teknik bilgiye duyarsızlık ve dağınık iletişim düzeni... Çok sesli uyumsuz bir orkestra. Çözüm belli: İletişim içinde disiplinli sistem.