“Yüksek Gelir Grupları Uyum Programı” Üzerine Bir Değerlendirme
Vergi Denetim Kurulu’nun 2025 yılı Haziran ayında sosyal medya üzerinden yaptığı şu açıklama, iş dünyasında adeta bir dalga etkisi yarattı:
“Büyük şirket ortağı olup, 2023-2024 döneminde Gelir Vergisi beyannamesi vermemiş, potansiyel gelir ve harcama düzeyi ile vergi beyanları uyumsuz olan 10.000 mükellef, ‘Yüksek Gelir Grupları Gözetim ve Uyum Programı’ kapsamına alınmıştır.”
Bu açıklama hem kapsamı hem de yöntemi itibarıyla dikkat çekici. Bir yanda, büyük şirket ortağı 10.000 mükellef gibi oldukça geniş bir hedef kitle; diğer yanda ise doğrudan vergi incelemesi değil, “gönüllü uyuma davet” yaklaşımı... İlk bakışta modern, analitik ve yumuşak bir denetim stratejisi gibi görülen bu yaklaşım, vergi idaresinin dijital veri analizi (RADAR) kapasitesini sahaya yansıttığı bir model olarak da öne çıkmaktadır. Ancak beraberinde mükellefler açısından hukuki ve mali riskler de barındırmakta, dolayısıyla sürecin her aşamasında dikkatli ve bilinçli hareket edilmesini zorunlu kılmaktadır.
Mükelleflerden talep edilen bilgi ve belgeler
VDK tarafından gönderilen yazılarda, 2023 ve 2024 takvim yıllarına ilişkin olarak şirket ortaklarından kapsamlı ve çoğunlukla belge ile desteklenmesi gereken açıklamalar istenmektedir.
Öncelikle, mükelleflere VDK tarafından tespit edilerek sunulan bilgiler şu kalemleri içermektedir:
-2023 ve 2024 yıllarında gerçekleştirilen taşınmaz alım-satım işlemleri,
-İlgili yıllara ait kredi kartı harcamaları,
-Aynı dönemlerde yapılan motorlu taşıt alım-satım işlemleri,
-Banka hesaplarındaki toplam para giriş ve çıkışları.
Bu tespitler doğrultusunda, şirket ortaklarının potansiyel gelir ve harcama düzeyleri ile vergi beyanları arasında uyumsuzluk olduğu ifade edilmektedir.
Bu kapsamda aşağıdaki konularda açıklama ve belgelerin sunulması talep edilmektedir:
-Ortak olunan şirketin/şirketlerin 2023 ve 2024 hesap dönemlerinde ilgili ortak adına kâr dağıtımı kapsamında herhangi bir vergi kesintisi (tevkifat) beyanında bulunup bulunmadığı,
-2023 ve 2024 takvim yıllarında ilgili ortak adına beyan edilmiş herhangi bir gelir veya kazanç unsurunun bulunup bulunmadığı,
-Gelir kaynaklarına ilişkin belgeler (kira gelirleri, faiz, hisse senedi kazançları, aile bireylerinden alınan destekler vb.),
-Yüksek tutarlı harcamaların kaynağına dair açıklayıcı belgeler (örneğin satış işlemleri, miras yoluyla edinimler, tasarrufların bozulması),
-Varsa, banka hesap özetleri ve ilgili dönemlere ait nakit giriş-çıkış dökümleri.
Yeni bir “Nereden buldun?” mu?
Kamuoyunun hafızasında iz bırakan 2001 tarihli “Nereden Buldun?” yasası, harcama ve servet artışını beyan edilen gelirle karşılaştırma esasına dayanıyordu. Bu düzenlemede açık bir mali milat belirlenmiş, açıklanamayan gelirler için net yaptırımlar öngörülmüş ve ispat yükü mükellefe bırakılmıştı.
Bugün uygulanan “Yüksek Gelir Grupları Gözetim ve Uyum Programı” ise bu yapıya yöntemsel olarak benzemekle birlikte, yasal düzlemde aynı kategoride değildir. Zira:
-Bu kapsamda herhangi bir hukuki düzenleme bulunmamaktadır,
-Açık şekilde tanımlanmış bir mali milat yoktur,
-İspat yükümlülüğünün nasıl değerlendirileceği belirsizdir,
-Yanıltıcı veya belgesiz beyanlara karşı net bir yaptırım hükmü yer almamaktadır.
Kaynağı belirsiz harcamalara ilişkin beyanların hukuki değerlendirmesi
Mükelleflerin gerçekleştirdiği harcamaların kaynağını açıklamaları istenirken, sıklıkla soyut ve belgeye dayanmayan açıklamalar yapıldığı görülmektedir. “Geçmiş yıllardan kalan birikimlerim”, “miras yoluyla edindim”, “evdeki altınları bozdurdum” gibi ifadeler, çoğu zaman süreci geçiştirme amacıyla öne sürülmektedir.
Her ne kadar bu tür açıklamalar ispat yükümlülüğünü karşılamaktan uzak olsa da, mevcut uygulama doğrudan bir vergi incelemesi niteliği taşımadığından, mükellefin belge sunmaması ya da tatmin edici açıklama yapmaması durumunda doğrudan bir ceza yaptırımı uygulanamamaktadır. Nitekim VDK’nın gönderdiği yazılarda da bu sürecin “inceleme mahiyetinde olmadığı” açıkça belirtilmektedir.
Bu nedenle, yapılan açıklamalar yalnızca ilk değerlendirme aşamasında dikkate alınmakta; vergi tarhiyatı ya da cezai yaptırım için ise ayrıca bir vergi incelemesi süreci başlatılması gerekmektedir.
Tam anlamıyla bir “Nereden buldun?” değil
Bu soruların yöneltilmiş olması, sürecin tam anlamıyla bir “Nereden Buldun?” uygulaması olduğu anlamına gelmez. Zira burada geçmişe yönelik servet artışları taranmamakta, kapsamlı bir mali milat belirlenmemekte, affa tabi bir yapı sunulmamaktadır.
Uygulamanın temel amacı, özellikle büyük şirket ortaklarının kişisel gelir vergisi beyannamesi vermemesi ya da çok düşük matrahlarla beyan yapması durumunu açıklığa kavuşturmak ve bu konuda uyum sağlamaktır. Bu yönüyle süreç, kamusal servet denetiminden ziyade gelir beyanlarındaki eksiklikleri tespit etmeye yönelik bir risk analizidir.
Açıklamalar yeterli olmazsa ne olur?
Mükellefler tarafından sunulan açıklamaların yeterli bulunması halinde, süreç herhangi bir ek işleme gerek kalmaksızın kapatılabilecektir. Ancak belgelerin eksik olması, açıklamaların yetersiz veya çelişkili bulunması durumunda, pişmanlık hükümleri kapsamında beyanname verilmesi istenebilecektir. Bu talebin yerine getirilmemesi halinde ise, klasik bir vergi incelemesine geçilmesi gündeme gelebilecektir.
Bu aşamada:
-Mükellefin gerçek gelir unsurları araştırılacaktır,
-Şirketle olan para ilişkileri detaylı biçimde incelenecek,
-Bu ilişkilerde tespit edilen uygunsuzluklara bağlı olarak, ilgili şirket hakkında da vergi incelemesi başlatılabilecektir.
Dolayısıyla süreç, bireysel düzeyde başlayıp şirket düzeyine kadar uzanabilen çok yönlü bir denetim zincirine dönüşebilir.
Sonuç
“Yüksek Gelir Grupları Gözetim ve Uyum Programı”, Vergi Denetim Kurulu tarafından geliştirilen ve gönüllü uyumu esas alan yeni bir yaklaşımı temsil etmektedir. Uygulamanın hedefinde, yüksek gelir potansiyeline sahip ancak beyanlarıyla bu durumu yansıtmayan mükellefler yer almakta; bu kişilere açıklama ve gerekçelendirme imkânı tanınmaktadır.
Sürecin doğrudan bir vergi incelemesi niteliği taşımaması, mükellef hakları açısından pozitif bir başlangıç noktasıdır. Aynı zamanda uygulama, idarenin modern veri analitiği araçlarını kullanarak proaktif ve önleyici bir gözetim anlayışına yöneldiğini göstermektedir.
Bu nedenle, mükelleflerin süreci bir denetim tehdidi olarak değil, şeffaf bir iletişim ve düzeltme fırsatı olarak görmeleri daha sağlıklı olacaktır. Zamanında yapılacak açıklamalar ve sunulacak belgeler, yalnızca mevcut süreci olumlu sonuçlandırmakla kalmayacak; gelecekte doğabilecek riskleri de en aza indirecektir.
Unutulmamalıdır ki, vergi sistemlerinde adalet ve güvenin tesisi, yalnızca kuralların içeriğiyle değil, bu kuralların uygulanma biçimiyle de yakından ilgilidir. Bu programın, hem idare hem de mükellefler açısından daha sağlıklı bir vergi kültürünün gelişmesine katkı sağlayacağını umut ediyorum.