“Yapay zekâ devrimi küresel ama getirisi eşit değil: Altyapısı, becerileri ve yönetişimi güçlü ülkeler hızla öne çıkarken, geri kalanlar yeni bir teknolojik bağımlılık sarmalına sürükleniyor.”
“Eğer bugün doğru kararlar alınmazsa, yapay zekâ ülkeler arasındaki eşitsizliği 19. yüzyıl Sanayi Devrimi’nden daha hızlı ve daha derin biçimde büyütebilir.”
BM Kalkınma Programı’nın (UNDP) yeni raporu ‘Yeni Büyük Ayrışma’, tarihe not düşen bu uyarıyla başlıyor.
Dünya uzun yıllar boyunca ‘yakınsama’ hikâyesine inandı. Küreselleşme, ticaret ve teknoloji sayesinde düşük ve orta gelirli ülkelerin yüksek gelirli ekonomilere adım adım yaklaşacağı düşünüldü.
Bu ‘ideal’ hikâye patinajlarla savrulurken; bugün, yapay zekâ gibi yeni bir eşikle iş daha da zor hale geliyor. Ülkerler arası farkı bırakın kapatmayı, aradaki makasın daha da açılması ve bunun bu kez çok daha hızlı, daha yapısal ve daha kalıcı olması işten bile değil.
UNDP’nin uyarısı keskin: “Bugün alınmayan kararlar, gelecek neslin eşitsizlik haritasını belirleyecek.”
Eşitsizliğin yeni anatomisi: Altyapı, beceri ve yönetişim
Rakamlar sarsıcı. Yüksek gelirli ülkelerde nüfusun üçte ikisi düzenli olarak yapay zekâ araçlarını kullanırken, düşük gelirli ülkelerde bu oran yüzde 5’in altında. Mobil internet kullanımında gelir temelli uçurum yüzde 40’lara, kadınların dijital araçlara erişim farkı bazı bölgelerde yüzde 50’ye çıkıyor.
UNDP’nin üzerinde durduğu şey şu: Yapay zekâ devrimi küresel, ama bu devrimden herkes eşit yararlanmıyor. Ülkeler için başlangıç çizgisi değişken. Bir uçta güçlü altyapı, yönetişim, büyük yatırım ve yüksek beceri setleri; diğer uçta kopuk bağlantılar, kırılgan kurumlar ve sınırlı erişim var.
Kısacası, yapay zekâ eşitleyen değil, ayıran bir kuvvete dönüşmek üzere.
Getiriden kim faydalanıyor?
Rapor, Asya-Pasifik’te önümüzdeki on yılda yapay zekânın yaratacağı 1 trilyon dolar ek GSYH potansiyelinden bahsediyor. Ama bundan en büyük payı alacak ülkeler yine çok sınırlı: Çip, model geliştirme, veri merkezi kapasitesi, yatırım ve regülasyon gücünü elinde tutan ABD, Çin ve belki AB’nin çekirdek ülkeleri.
Veriyi sağlayan, kullanıcı olan ve risklere maruz kalan gelişmekte olan ülkeler… Katma değeri toplayan, standart koyan ve yöneten birkaç küresel güç… Yeni bir teknoloji kolonizasyonu gibi değil mi?
İnsanlık için çok tanıdık bir denklem. Tıpkı, Sanayi Devrimi ile yaşanan 19. yüzyılın ‘Büyük Ayrışması’ gibi… UNDP’nin bunu satır aralarında ‘teknolojik bağımlılık sarmalı’ diye adlandırması boşuna değil.
Oyunu kuranlar ve oynayanlar
Dünya hızla iki kategoriye bölünüyor. Model üreten ve yöneten ülkeler ve modeli ithal eden ve tüketen ülkeler. İlk grup malum. Teknolojiyi geliştirenler ve kuralları koyanlar. İkinci grup ise bu teknolojileri satın alan, verisini veren, kültürel önyargıların hedefi olan, ekonomik faydadan çok sınırlı yararlanan ülkeler.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler bu ikinci kategoriye daha yakın duruyor. Bu, şimdilik bir kader değil. Ama kalıcı hale gelirse, orta gelir tuzağının dijital betonlaşması anlamına gelebilir.
Yapay zekâ jeopolitiği
Rapora göre, dünyadaki içerik akışının yüzde 95’i ABD merkezli platformlardan geçiyor. Büyük dil modellerin yüzde 70’i İngilizce. Veri merkezlerinin yüzde 75’i yüksek gelirli on ülkenin elinde. Güvenlik ve etik standartlarının neredeyse tamamı bu ülkelerde yazılıyor.
Yani konu yalnızca teknoloji değil. Hakikat altyapısı, kültürel çerçeve, etik standartlar ve risk yönetimi… Hepsi bugün oyunu kuran ülkeler tarafından belirleniyor.
Sonuç: Pencere açık ama şimdilik
UNDP’nin raporu bir alarm zili. Medeni dünyanın ikinci büyük küresel ayrışması kapıda.
Gelecek, teknolojinin kendisinden çok; kamunun, iş dünyasının ve toplumların vereceği kolektif kararlara bağlı. Ayrışmayı önlemek ve yapay zekânın potansiyelini toplumsal faydaya dönüştürmek için iki temel politika öne çıkıyor.
İlki altyapı. Uygun fiyatlı cihazlar, güvenilir bağlantı, yeterli hesaplama gücü ve güvenli dijital kimlikler gibi temel dijital altyapılara yatırım. İkincisi ise yumuşak kapasite. Yani, beceri geliştirme, güçlü kurumlar, şeffaf kurallar, rekabetçi ekosistemler ve gerçek katılımı mümkün kılan yönetişim çerçeveleri.
Özetle, nihai hedef yapay zekâ gündemini insan gelişimine ve toplumsal faydaya odaklamak olmalı. Böylece yapay zekâ, eşitsiz bir ‘refah’ çağının değil, daha adil ve kapsayıcı bir geleceğin anahtarı haline gelebilir. Zor evet. Ama imkânsız değil!