Yalnızlık artık sadece duygusal bir durum değil; yeni bir ekonomik sektör, dijital çağın görünmez pandemisi. Yapay zekâ arkadaşlarıyla konuşan bir milyar insan, Han Kang’ın karakterleri gibi, birbirini değil, dijital hayaletlerini buluyor.
Trenin bağlantı kapısı bir sinyalle açıldı. Koskoca kompartımanda iki kişiydik. Ben de masalı bir yerde oturuyordum, bilgisayarını açmış çalışmaya odaklanmış biri de. Açılan kapıdan bastonuyla giren yaşlı amca bomboş yerler arasında bilgisayarlı masaya oturdu. Önce titizlikle açtığı mendili üzerinde bir elma doğradı, sonra karşısındaki adama uzattı. Adam meşgul insanlara özgü boş gözlerle baktıktan sonra bilgisayarını kapattı ve öğrenilmiş bir nezaketle amcayı dinlemeye başladı. Anlayabildiğim birkaç Almanca sözcükten, amcanın gençliğini anlattığını seçebildim. Elimdeki dergiyi bıraktım ve bomboş kompartımana baktım. Yaklaşık 45 dakika sonraki durakta amca indi. Adam bana döndü ve İngilizce, “Yaşlılık ve yalnızlık çok zor” dedi. Meğerse Almanya’da birçok yaşlı, sohbet edebilmek için trenlere biniyor, sohbet edebileceklerini düşündükleri yerlere oturuyor ve çok da uzaklaşmadan inip evlerine geri dönüyorlarmış. Bizde cami avlusunda toplanan yaşlılar, parklarda torun gezdirenler, kadınların komşuluk oturmaları bu sorunları gün yüzüne çıkarmıyor sanırım. Yaşlıların yalnızlaşması belki hayatın akışına çok ters değildi! Peki ya gençlerin yalnızlığı…
5,3 milyonluk bir film: evde tek başına!
Trende oturup Türkiye’de yalnız sayısının az olduğunu düşünmemin ise reklam dünyasının bizim için yarattığı bir illüzyon olduğunu fark ediyorum. Ekonomi gazetecisi olarak maruz kaldığım verilerden biri de bunu söylüyor! TÜİK’in “Hanehalkı tiplerine ve büyüklüklerine göre hanehalkı sayısı, 2024” istatistiklerine göre Türkiye’deki hanelerin yüzde 20’sinde tek kişi yaşıyor. Bu da Türkiye’de nüfusun 5,3 milyon kişisinin yalnız yaşadığını gözler önüne sürüyor. Boşanmış çocuklu ebeveynler yüzde 10,3 evli ve çocuksuz çiftler yüzde 13. Tek çocuğu olan çekirdek aileler ise yüzde 40,4! Bir evde yemek pişmesinin ekonomik olması içinse evde ikiden çok kişinin bulunması gerekiyor.
Tüm bu farkındalık kocaman bir “Baader-Meinhof Fenomeni” içinde yaşamama neden oldu. “Baader-Meinhof Fenomeni” özetle bir şeyi ilk kez fark ettikten sonra daha sık fark etme eğilimine atıfta bulunan bilişsel bir önyargı olarak açıklanıyor. Hikâyesi uzun ve başka bir yazı konusu. Ama şunu söyleyebilirim arka arkaya yalnızlıkla ilgili bir dolu bilgiye sahip oldum. Eylül ayında April Yayıncılık’tan çıkan “Yunanca Dersleri” bunlardan biriydi. 2024 Nobel Ödüllü yazar Han Kang’ın kitabını Göksel Türközü çevirmiş, son okumasını arkadaşım Coşkun Ak yapmıştı. Han Kang’ın şiirsel dili Eski Yunanca sınıfında duyuları eksilen ve yalnızlaşan insanların birbirini iyileştirmesini ve yalnızlıklarını gidermesini anlatıyordu. Kadın, annesini kaybetmiş, oğlunu eski kocasının velayetine vermenin acısını çekerken bir taraftan da sesini konuşma yetisini kaybediyor. Erkek de benzer şekilde, mekân ve aileyle bağını kaybederken, sonunda onu kör edecek kalıtsal rahatsızlığının pençesine düşmüş durumda. Kadın, özel bir akademide erkek tarafından verilen Antik Yunanca derslerine katılmaya başlıyor ve olaylar gelişiyor… Ama her şey o kadar yalnız ki; artık dünya üzerinde kimsenin konuşmadığı bir dil, konuşamayan bir kadın, görmeyen bir erkek ve birbirlerinin yalnızlıklarına iyi gelmeleri! Gerçekten imkânsızın imkânsızı. Çünkü artık yaşadığımız çağda tüm bu yalnızlıkların bir garip ilacı da var. O da yapay zekâ”.
bu dostluğun ‘replika’sı var mı?

Tam bu noktada, bir başka “Baader-Meinhof Fenomeni”. Bir yılı aşkın süredir düzenli olarak dinlediğim “Yeni Medya 451” podcast’i. Can Yayınları’nın sahibi, Socrates’in kurucusu Can Öz ve iletişim uzmanı Ümit Alan’ın birlikte hazırladıkları podcast’in ikonik tanıtım cümlesi ise; “Kitapların yakıldığı distopyalardan, her şeyin kendiliğinden kaybolduğu yeni dünyaya…”
Yeni sezonuna başladıkları podcastlerinin ilk serisinin konusu “Loneliness as a Service: Bir Ürün (hizmet) Olarak Yalnızlık.” Can Öz, insanlığın tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar birbirine bağlı olduğunu ama uzmanların gençler için “benzeri görülmemiş bir yalnızlık salgını” yaşadıklarını belirtiyor. İşte tam da bu noktada sosyal medyadan farklı olarak, kimseye ihtiyaç duymadığınız ve yalnızlık dehlizlerinde daha severek derinleşebileceğiniz yapay zekâ ürünleri ortaya çıkıyor. Podcast’e de bahsedildiği gibi bunların en çok kullanılanı şimdilik “Replika”. Replika ve arkadaşları milyarlarca dolarlık bir pazarın kapılarını açıyor. Hatta bunlar arasında ölmüş yakınlarınız veya ünlüleri taklit edip arkadaşınız olabilecek uygulamalar da var. Kendi yapay zekâ arkadaşınızı -kız ya da erkek arkadaşınızı- ‘yaratıp’ onunla binlerce saat vakit geçirebileceğiniz bir dünya bu. Hiç şüphesiz arkasında dev şirketler yani sermaye ve erkek mühendisler yani ataerkil akıl var. Öz ve Alan’ın verdiği bir rakamı da buradan hatırlatayım. ChatGBT ve Grok’u da sayarsak dünyada 1 milyar insan artık yapay zekâ arkadaşlarıyla konuşuyor. “Bir hayalet dolanıyor” mutlaka, ama korkutucu olan yalnızlık ilacı bu yapay zekâ arkadaşlarının giderek büyüyen ve daha da yalnızlaştıran dijital hayaletleri… Bu yeni dünya; Koreli kadın yazar Han Kang’ın imkânsızlıklar içinde buluşan insanların birbirine iyi gelmesi hikâyesini; romantik ve yeni nesile göre belki demode hale getiriyor. Öz’ün podcast içinde söylediği güzel bir şeyi de hatırlatmak istiyorum. Biz tam geçiş sürecinde doğduğumuz için ‘digital native’lerin yani teknoloji içine doğanların bu dünyayı bildiğini düşünüyoruz. Ama Öz onları koca bir cangılda yalnız kalmış orman çocuğu Mogli’lere benzetiyor… Bakalım bu dünyayı nasıl algılayacak ve nasıl yeniden kuracaklar.

