ABD, ülkeleri "tam uyumlu olanlar", "çıkarlarını tehdit edenler" ve "ara bölgede sıkışanlar" olarak kategorize ederken, Türkiye bu üç gruptan hiçbirine açıkça konmamış durumda.
ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi, Türkiye için karmaşık ve çok katmanlı bir fırsat-risk dengesi sunuyor. Hafta sonu konuştuğum uzmanların belge üzerindeki detaylı analizi, Ankara'nın ABD'nin yeni stratejisinde "kapsamlı stratejik ortak" olmaktan ziyade, "çevresel ve dosya bazlı işlevsel bir aktör" olarak konumlandırıldığını gösteriyor.
Belgenin en dikkat çekici maddelerinden biri, ABD'nin Orta Doğu'dan çekilme eğilimi. Bu durum Türkiye için bölgesel hareket alanı yaratma fırsatı sunarken, aynı zamanda önemli bir risk barındırıyor: ABD boşluğunun İran, Rusya ve Körfez ülkeleri tarafından doldurulma potansiyeli. Bu senaryoda Türkiye, Rusya ile daha maliyetli bir yakınlık ilişkisine sürüklenebilir veya bölgede yalnız kalma riskiyle karşı karşıya kalabilir.
Suriye özelinde ise belge, Türkiye'yi "zorunlu aktör" olarak niteliyor. Bu durum Ankara için diplomatik bir değer taşırken, belgede Türkiye'nin sadece tek bir cümleyle anılması, Washington'ın Türkiye'yi daha çok "işlevsel ortak" olarak gördüğüne işaret ediyor. İran'ın zayıflatılması da Türkiye için bölgesel ticarette ve enerji koridorlarında öne çıkma potansiyeli yaratıyor. Ancak bu durum, İran'ın saldırgan tutumunu artırabilir ve Türkiye'nin Irak'ın kuzeyindeki varlığı, PKK/Şii milis dengesi ve Suriye'deki güvenlik tabloları üzerinde ilave tehditler oluşturabilir.
Türkiye için ikili durum
ABD raporunun "Avrupa'nın 20 yılda çökme riski" öngörüsü, Türkiye için ikili bir durum yaratıyor. Avrupa Birliği'nin Türkiye üzerindeki siyasi baskı kapasitesinin azalması bir fırsat olarak okunabilirken, uzun vadede Türkiye'nin en büyük ticaret ortağı olan Avrupa’nın ekonomik gerilemesi, Türkiye'ye ihracat ve yatırım daralması olarak geri dönebilir.
NATO için öngörülen %5 savunma harcaması hedefi, Türkiye'nin göreceli güçlü askeri kapasitesiyle öne çıkmasını sağlayabilir. Ancak Avrupa ülkelerinin bu hedefe hızla ulaşmasının gerçekçi olmadığı düşünüldüğünde, ABD'nin baskıyı Türkiye dahil tüm üyelere artırma riski bulunuyor.
Ukrayna savaşının hızlı bitirilmesi arzusu, Türkiye'nin arabulucu konumunu güçlendirebilir. Ancak ABD'nin bu barışı "kendi çıkarı" olarak tanımlaması ve Türkiye'nin rolünden bahsetmemesi, ABD-Rusya-Almanya üçgeninin Ankara'nın arabuluculuk rolünü gölgede bırakabileceği riskini taşıyor. Öte yandan, ABD'nin Rusya ile "stratejik istikrar arayışı", Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerini dengelemesini kolaylaştırabilirken, ABD'nin Avrupa'yı Rusya ile barıştırma hedefi, Türkiye'nin Karadeniz jeopolitiğindeki ve enerji transitindeki önemini yeniden değerlendirmeyi gerektirebilir.
Çin'e karşı tedarik zinciri stratejisi, Türkiye için önemli bir üretim üssü olma potansiyeli sunuyor. Ancak belgede ABD'nin bu zincire Türkiye'yi dahil edeceğine dair net bir mesaj olmaması, "dost üretim" odaklarının Hindistan, Vietnam, Meksika gibi ülkeler olduğunu düşündürüyor ve Türkiye'nin bu yeni denklemdeki rolünün henüz belirlenmemiş olduğunu gösteriyor.
ABD'nin kendi enerji devrimini yaratma hedefi (kömür, petrol, nükleer), Türkiye'nin stratejik doğalgaz-petrol geçiş noktası pozisyonunu zayıflatma riski taşıyor. Körfez-Hindistan-Doğu Afrika gibi alternatif rotalar, Türkiye'nin enerji transitindeki "olmazsa olmaz" statüsünü eritebilir.
ABD’nin Afrika stratejisi, Türkiye’nin ağlarını zayıflatabilir
Afrika'da ise Türkiye'nin mevcut güçlü konumu, ABD'nin bu alanı ciddiye almasıyla işbirliği fırsatları yaratabilir. Ancak ABD'nin Afrika'daki "yatırım + kritik mineraller" odaklı yeni stratejisi, Türkiye'nin bölgede kurduğu ağları zayıflatabilir ve rekabette geri düşmesine neden olabilir.
ABD'nin Orta Doğu'da "demokrasi dayatmasından" vazgeçmesi, Türkiye üzerindeki "demokrasi/özgürlük baskısını" azaltabilirken, bu durumun Körfez ülkeleri gibi otoriter rejimlerle ABD'nin daha yakın çalışacağı anlamına gelmesi, Türkiye'nin ikincil konuma düşme riskini beraberinde getiriyor.
Belgenin genelinde Türkiye, "kilit aktör"den ziyade "dosya bazlı aktör" olarak ele alınıyor. ABD, ülkeleri "tam uyumlu olanlar", "çıkarlarını tehdit edenler" ve "ara bölgede sıkışanlar" olarak kategorize ederken, Türkiye bu üç gruptan hiçbirine açıkça konmamış durumda. Bu durum, stratejik belirsizlik riski yaratıyor.
ABD'nin 2025-2035 stratejik vizyonunda Türkiye, merkezin dışında, çevresel ama belirli dosyalarda işlevsel bir ülke konumunda. Bu durum, Türkiye'nin ABD'nin küresel vizyonunda stratejik bir eksen olmaktan ziyade, "gerektiğinde iş yapılan ülke" statüsünde konumlandırıldığını gösteriyor. Ankara'nın, bu güncel bakış açısı ışığında yatırım ilişkilerini, savunma sanayii işbirliklerini ve teknoloji ortaklıklarındaki konumunu yeniden planlaması, belgeden çıkan en net mesajlardan biri olarak öne çıkıyor. Türkiye'nin önümüzdeki dönemde, stratejik özerkliğini koruyarak ve bölgesel etkinliğini artırarak bu yeni denklemi kendi lehine çevirme çabası kritik önem taşıyacak.