Ekonomik büyümeyle sosyal adalet, üretimle doğa, hızla sorumluluk arasında bir denge arayışı. Cumhuriyet işte bu dengenin üzerine kurulmuştur.
Cumhuriyet, ulusun geleceğini kendi iradesine, aklına ve emeğine emanet eden büyük bir yeniden doğuştur.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta bu iradenin özünü şöyle ifade eder: “Efendiler, millî hâkimiyet öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taçlar ve tahtlar yanar.”
Bu söz, yalnız siyasal bağımsızlığın değil, düşünsel özgürlüğün de manifestosudur. Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi, güçten çok ölçülü olmayı, hükmetmekten çok sorumluluğu esas alır.
Yüz yıl önce inşa edilen vizyon
Bugün, BM’nin ‘Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ insan, gezegen, adalet ve kurum eksenlerinde tanımlanıyor. Oysa Cumhuriyet, bu çerçeveyi yüz yıl önce inşa etmişti: İnsanı özgürleştiren eğitim, doğayla uyumlu kalkınma, kurumların sürekliliği ve toplumsal adalet.
Bu yüzden Cumhuriyet, aynı zamanda Türkiye’nin en köklü sürdürülebilirlik hamlesidir. Ulu Önder Atatürk’ün yüz yıl önce ortaya koyduğu vizyon, bunun en büyük kanıtıdır.
“Efendiler, biz ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan alırız” derken Cumhuriyet’in düşünsel pusulasını ortaya koyar. Hayatı anlamanın yolu, akılla kavramaktan geçer.
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” derken, bilimi salt ilerlemenin değil, adaletin de teminatı olarak görür. Çünkü aklın görevi hükmetmek değil, denge kurmaktır.
Sürdürülebilirlik dediğimiz şey de tam olarak bu dengenin çağdaş ifadesidir. Ekonomik büyümeyle sosyal adalet, üretimle doğa, hızla sorumluluk arasında bir denge arayışı. Cumhuriyet işte bu dengenin üzerine kurulmuştur.
Eğitimden ekolojiye: İnsan merkezli yeniden doğuş
1923 Türkiye’si yorgun, yoksul ve yıkıktı. Nüfusun yüzde 80’i köylerde, okuryazarlık oranı yüzde 5’in altındaydı. Genç Cumhuriyet’in ilk yılları öncelikle bilinci kalkındırma dönemiydi.
Harf Devrimi, Üniversite Reformu, Köy Enstitüleri… Hepsi sadece basit birer eğitim politikası değil, insan ekolojisi projesiydi. Atatürk’ün sözleriyle: “En önemli ve verimli vazifelerimiz, millî eğitimi sağlamaktır. Gerçek kurtuluş, ancak bu yolla olur.”
Kadınların 1934’te seçme ve seçilme hakkı kazanması da bu zincirin en etik ve toplumsal halkasıydı. Atatürk’ün “Bir toplum, cinslerden yalnız birinin çağdaşlık gereklerini yerine getirmesiyle ilerleyemez” sözü, 90 yıl sonra bugün bile kadınların ekonomiye tam katılımı tartışılırken bize yol göstermeye devam ediyor.
Cumhuriyet’in kalkınma vizyonu, doğayla çatışmak değil, uyum içinde üretmek üzerine kuruluydu. 1934’teki Sanayi Planı, ‘yerli hammaddeye dayalı üretim’ ilkesini benimsedi. 1937’de çıkarılan Orman Kanunu, doğayı korumayı kamu sorumluluğu haline getirdi. Köy Enstitüleri’nde öğrenciler toprağı işlerken, üretimle öğrenmenin döngüsünü kuruyorlardı.
Bugün biz bunları ‘doğa temelli çözümler’, ‘adil geçiş’, ‘döngüsel ekonomi’ gibi kavramlarla açıklıyoruz. Cumhuriyet bunları yüz yıl önce tanımlamıştı: Doğayı fethetmek değil, onunla denge kurmak…
İşte günümüzde modern dünyanın kaybettiği bu kadim bilgelik, Cumhuriyet’in felsefesinin merkezindeydi.
Bilim, etik ve aklın ekolojisi
Atatürk, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” derken, yalnız bir ilke değil, bir manifesto tanımladı.
Bilim, gerçeğin en onurlu yoldaşıdır. Cumhuriyet de cehaleti yenmenin, yoksulluğu aşmanın, eşitsizliği azaltmanın yolunu hep bilimde ve liyakatte aradı.
Bugün sürdürülebilirlik dediğimiz şeyin kalbinde de aynı prensip yatıyor: Kararlarımızı veriyle, akılla ve vicdani sorumlulukla almak.
Bilim doğayı anlamanın yoluysa, etik de onunla nasıl yaşamamız gerektiğinin pusulası. Cumhuriyet, bu ikisini birleştirerek bir akıl ekolojisi kurdu: Aklın rehberliğinde, vicdanın gözetiminde bir ilerleme ideali.
“Cumhuriyet fazilettir.”
Bugün dünya, kendi yarattığı sözde refah modelinin sınırına dayandı. Çevresel, sosyal, ekonomik çoklu krizler dönemindeyiz. Sadece bunlar da değil! İnsanlık olarak ahlaki ve vicdani bir çözülmeyle de yüz yüzeyiz.
Atatürk’ün “Cumhuriyet fazilettir” sözü, bu çağ için de geçerli en sade ama en derin uyarı. Fazilet, erdemdir ve gücü sınırlama bilincidir. İnsanlığın bugün unuttuğu tam da budur.
Son söz: Atatürk’ün mirası, geleceğin de pusulası
Cumhuriyet, bir milletin ‘Ben kendi kaderimi kendim yazacağım’ deme biçimiydi. Aklın özgürleşmesiyle doğdu. Aklın yanında vicdanın da rehberliğiyle yaşadı.
Atatürk’ün bu kıymetli mirası, hepimiz için geleceğin de ebedi pusulası. Ve bu pusula, insanlığın bugün en çok ihtiyaç duyduğu şeyi gösteriyor: Aklın ışığında, vicdanın dengesiyle var olabilmek…
Bayramımız kutlu olsun.
