Trump’ın Erdoğan’a vermeye çalıştığı “meşruiyet”, Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletindeki geri gidişle birleşip, ülkenin yönetim sistemini bir çeşit “meşrutiyete” çevirmekte.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack New York’ta katıldığı bir toplantıda Trump dönemindeki Türk-Amerikan ilişkilerini tek cümleyle özetledi: “Onlara ihtiyaç duyduklarını verelim: Meşruiyet…”
Trump yönetiminin bu tespiti son derece yerinde; 23 yıldır iktidarda olan AK Parti hükümeti, özelikle Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletindeki geri adımlarla birleşen ekonomik kriz nedeniyle seçmen nezdinde zor durumda. Yapılan son yerel seçimlerdeki sonuç, AK Parti iktidarının devamının neredeyse imkansız olduğunu somut şekilde ortaya koydu.
Oysa ABD’deki Trump yönetimi, Büyükelçi Barack’ın verdiği mesaja bakılırsa, Türkiye’de mevcut yönetimin devamından yana. Barrack’ın New York’ta bu hafta Concordia toplantısındaki Türk-Amerikan ilişkilerine sözleri kritik önemde: “Mesele S-400 değil. Mesele F-16 değil. Mesele F-35 değil; mesele meşruiyet. NATO’da en büyük müttefikimiz olmuş bir ülke var. NATO Avrupa demek ve Avrupa onu Avrupa Birliği’ne almıyor. O bizim en büyük müttefikimiz. Dünyanın en büyük F-16 alıcısı; bu da Lockheed’in çarklarını döndürmeye devam ediyor. Ama biz F-35 verilmesini engelliyoruz. Yani mesele şu değil-o artık belli bir noktada. 71 yaşında…”
Amerikalı Büyükelçi’nin “71 yaşında” diye kastettiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan başkası değil elbette. Barrack, Türkiye’deki AK Parti iktidarının devamından yana olduklarını daha açık nasıl söylesin?
Nitekim Barrack’ın diğer cümlelerinde, Türkiye ile ABD arasındaki sıkıntıların;
- S-400 alımı nedeniyle Ankara’nın F-35 savaş uçağı projesinden atılmasının ve New York’ta devam eden ve AK Parti hükümetini çok sıkıntıya sokan Halkbank davasını çözerek,
- Erdoğan ve ekibinin Hamas’a yönelik güzellemeleri ve Müslüman Kardeşler’e verilen desteğin de görmezden gelinerek aşılabileceğini, böylece Erdoğan’a o çok istediği “meşruiyetin” sağlanabileceğine ilişkin açık mesajlar devam ediyor.
Meşruiyetten meşrutiyete…
Büyükelçi Barrack dile getirmemiş ama ana muhalefet partisi CHP’ye yönelik dava süreçlerini, Gezi olaylarından dolayı yapılan tutuklamaları, Selahattin Demirtaş ve Ekrem İmamoğlu gibi Erdoğan’a rakip olan/olabilecek siyasetçilerin hapiste tutulmalarını bunlara eklemek gerek elbette. Trump göreve geldiğinden bu yana Türkiye’deki antidemokratik uygulamalara yönelik Washington’dan tek bir cümle edilmemiş olması manidar.
Trump’ın Erdoğan’a vermeye çalıştığı “meşruiyet”, Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletindeki geri gidişle birleşip, ülkenin yönetim sistemini bir çeşit “meşrutiyete” çevirmekte.
Osmanlı döneminde “meşrutiyet”, halka seçme ve seçilme hakkı verilmesi, mutlak hükümdar olan Padişah’ın yetkilerinin bir kısmının meclise devri ile, demokrasi yönünde bir “ileriye” gidişti.
Ama Atatürk’ın vizyonuyla oluşan demokratik Türkiye için, bugün parlamentoyu işlevsiz hale getiren mevcut sistemin “geri gidiş” olduğu çok açık.
Washington’dan bakınca, Türkiye’nin tam ortasında yer aldığı ve kaosun hakim olduğu coğrafyada bir çeşit “meşrutiyet” sistemi daha işlevsel görülebilir elbette. Tek kişiyi ikna edip yol yürümek, bir grup ya da grupları ikna etmekten çok daha kolay değil midir?