Anadolu Efes ve Fenerbahçe’nin playoff müsabakalarının başlamasıyla, gözler Euroleague Final Four’una çevrildi. İlk kez Avrupa sınırlarını aşacak olan basketbolun zirve heyecanı bu kez çöl kumlarının üstünde yaşanacak. 23-25 Mayıs 2025 tarihlerinde düzenlenecek bu organizasyona Abu Dabi Etihad Arena ev sahipliği yapacak. Euroleague yönetiminin bu kararı, sadece basit bir yer değişikliğini değil, sporun küresel güç dengelerindeki yeni yönelimlerini ve ekonomik cazibe merkezlerini gözler önüne seriyor. Onaylama süreci Abu Dabi’nin 25 milyon dolarlık cömert teklifiyle şekillenmiş olabilir fakat mesele sadece para değil. Orta Doğu, son yıllarda sporu yalnızca bir eğlence ya da halk sağlığı aracı olarak değil, diplomatik bir yatırım, küresel imaj yenileme stratejisi konumlandırıyor. Abu Dabi ve Suudi Arabistan gibi ülkeler, yalnızca spor organizasyonlarını almakla kalmıyor, aynı zamanda bunları birer marka dönüşüm aracına dönüştürüyorlar. Bu bağlamda, Play the Game adlı Danimarka merkezli spor etiği kuruluşunun 2024 yılında hazırladığı rapor oldukça önemli. Suudi Arabistan’ın küresel spor üzerindeki artan etkisini ve 2034 FIFA Dünya Kupası’na ev sahipliği yapma sürecini detaylandıran bu rapor, Suudi Arabistan’ın spor yoluyla uluslararası imajını güçlendirme stratejisini ve bu stratejinin potansiyel etik sorunlarını ele alıyor. FIFA tarafından 2034 Dünya Kupası’nın ev sahibi ilan edilen Suudi Arabistan, 2022 Katar’dan sonra futbolun en büyük turnuvasını ikinci kez Ortadoğu’ya taşımış oldu. Ülkenin ekonomisini çeşitlendirmeyi hedefleyen Veliaht Prens Muhammed bin Selman, bu çabaları kapsamında sporu önemli bir iş sahası olarak belirledi. Olumlu yönünden bakıldığında, yeni coğrafyalarda yeni izleyici kitlelerine ulaşmak sporun evrensel etkisini artırıyor. Ayrıca tüm bu yatırımlar, ekonomik krizlerle boğuşan Avrupa kulüpleri için de can suyu niteliğinde. Hatta, Orta Doğu’nun bu yatırımları yalnızca futbolla sınırlı tutmamasını, spora sunulan bütüncül bir yaklaşım olarak görebiliriz. MMA’den Formula 1’e, golf turnuvalarından e-spora kadar genişleyen bu yelpaze, sporun ekonomik değer zincirini yeniden şekillendiriyor. Ancak, bu yeni cazibe merkezlerinin bazı karanlık noktaları içinde barındırdığını da unutmamak gerekiyor.
Vitrin parlıyor ama mutfakta ne piştiği belirsiz
Dünya genelinde yapılan 910 sponsorluk, özel şirketler ve spor organizasyonları arasındaki karmaşık ilişkiler ve özellikle “sportswashing” eleştirileri raporun öne çıkan maddeleri olarak sıralandırılabilir. Bir ülkenin, kurumun ya da şirketin; olumsuz imajını, insan hakları ihlallerini, siyasi baskılarını ya da etik dışı uygulamalarını, spor organizasyonlarına yatırım yaparak örtbas etmeye çalışması, kısaca sporla aklama General Franco’nun 3F’sinden bu yana çok yol katetti*. 2023’te Fox Sports’a verdiği demeçte; “Eğer sporla aklanma benim gayri safi yurt içi hasılamı yüzde 1 artıracaksa, o zaman bunu yapmaya devam edeceğiz” diyen Prens Muhammed, ülkesinin ‘spor stratejisini’ de net bir şekilde açıklamış oldu. Ekonomik olarak cazibeli gözükse bile, Euroleague’in Abu Dabi kararı da sporla aklanma bağlamında etik bir tartışmayı hak ediyor. Bir başka eleştiri noktası da taraftarların erişimiyle alakalı. Avrupa’nın farklı şehirlerinden Abu Dabi’ye gitmek hem maliyetli hem de lojistik açıdan zorlayıcı. Euroleague’in “tribün kültüründen” uzaklaşma riski, bazı kulüplerin ve taraftar gruplarının ciddi itirazlarına neden oldu. Özellikle Real Madrid ve Olimpiakos gibi kulüpler, organizasyonun Avrupa dışına taşınmasının geleneksel basketbol kültüründen uzaklaşma riski taşıdığını belirterek bu karara karşı oy kullandılar. Son olarak, bu gelişmelerin yerel sporun gelişimine ne kadar katkı sunduğu da tartışmalı. Gösterişli stadyumlar ve dev organizasyonlar, çoğu zaman sürdürülebilir altyapı yatırımları ya da tabana yayılmış spor politikalarıyla desteklenmiyor. Kısacası vitrin parlıyor ama mutfakta ne piştiği belirsiz. Sporun yeni cazibe merkezleri Avrupa’nın tarihi salonlarına oldukça uzak; Abu Dabi, Riyad, Doha gibi şehirler de küresel spor sahnesine güçlü adımlarla çıkıyor. Ancak bu merkezlerin kalıcı bir dönüşüm yaratabilmesi için sadece ekonomik değil, etik ve kültürel sürdürülebilirliği de göz önünde bulundurmaları şart. Aksi halde parlayan ışıklar, oyunun ruhunu gölgede bırakabilir. *Franco’nun 3 F’si, İspanya’daki diktatör General Francisco Franco dönemine atıfla kullanılan ve onun halkı kontrol etme stratejisini özetleyen üç kelimeden oluşur: Futbol – Fiesta (Eğlence) – Fe (Din).