CEVDET ALEMDAR
Birçok çelişki, gölgede saklanan bir musibet gibidir: Karanlıkta tehlikeli görünür, bu nedenle yanlış kararlar almamıza yol açabilir. Ama üzerine ışık tutunca, utangaç bir fare veya kül olmuş bir vampir çıkar.
Bir şirket neden var olur? Hissedarları için mi, paydaşları için mi? Yaman bir çelişkidir bu. Çünkü sahada, patronun istediği ile toplumun, çalışanın ve hatta müşterinin istediği arasında çatışma kaçınılmazdır.
Bu durumu açıkça dile getirirseniz, şu itirazla karşılaşırsınız: “Sosyal fayda için çalışan şirketler uzun dönemde kalıcı değer yaratır, bu da hissedarlar için de iyidir.” Güzel bir yanıt... Ama bu yanıt zımni olarak şunu kabul eder: “Eğer kararlarınızı alırken paydaşları önceye koyarsanız, evet kısa dönemde patronun çıkarları ile çelişebilirsiniz, ama uzun dönemde…” Yani, kısa dönemde anlaştık. Peki, uzun dönem nedir? Beş yıl mı? Yirmi yıl mı?
Hissedar Kapitalizmi ile Paydaş Kapitalizmi arasındaki farkların günlük hayata indiği alan: ESG- çevre, sosyal sorumluluk ve kurumsal yönetim uygulamaları. Bu alanda, vicdanı ve aklı olan her insanın şunu söylemesi gerekir: “Dünyanın ve insanlığın sürdürülebilirliği için birlikte çalışmalıyız.” Şirket seviyesinde bunun izdüşümü: paydaşlar için ESG eylemleri almak. Ama bu, hissedarın kısa dönem çıkarları ile çelişebilir. Örneğin: çok uzun geri dönüş süreli imalat yatırımları, riskli geri dönüşüm tedarik zincirleri, talebi kanıtlanmamış yeşil-ama-primli ürünler.
Peki, bu çelişki Türkiye’de iş dünyasına nasıl yansıyor? Son üç yılda TL maliyetlerin dolar bazında enflasyon-kur makasında, %50 civarında arttığı bir ekonomide, üretim ve ihracat yapmaya çalışan bir girişimciye “İş yalnızca iş değildir; topluma, çalışanlara, geleceğe, dünyaya karşı sorumluluklarımız var.” Dediğinizde, o ne düşünür? Herkese karşı sorumlu olduğunu söylüyorsan, kimseye hesap vermiyorsundur.
Bu yüzden Türk girişimci, bir yandan vicdan ve akıl ile “Bu dünya bize gelecek nesillerden miras” derken, diğer yandan ESG konuşulduğunda mevzuyu ancak verimlilik veya yeşil finansmana indiriyor. Çünkü bunlar hissedar ile paydaşın kısa dönemde uzlaşabildiği konular. Ama ya yeni imalat teknolojileri, geri dönüşüm ürünleri, yeşil ürünler… Yereldeki ölçek kısıtları, ihracat zorluğu ve haliyle uzun geri dönüş süreleri engel oluyor.
Tüm dünyada, ESG ve arkasındaki Paydaş Kapitalizmi felsefesi, bugünlerde yoğun bir bombardıman altında. Özellikle mikro-şirketlerin uygulamaları düzeyinde. Bir yandan bölgeselleşen, ayrışan dünyanın getirdiği pazar baskıları. Bir yandan ESG’nin şirketlerin kullandığı bir markanın ötesinde bir şey olmadığı gibi sosyal ilişkiler. Diğer yandan ise, profesyonel yönetimlerin ESG’yi hesap verilebilirlikten kaçmak için kullanabileceği eleştirileri.
Peki, şirketler kenara çekilirse, insanlığın önündeki devasa riskleri, örneğin çevre risklerini, insanlık olarak nasıl çözeceğiz? Ulusal veya uluslararası yasal düzenlemelerle mi? Bunlar sınırda karbon vergileri, teşvik mekanizmaları, çokuluslu veya ulusal kalkınma bankaların fonlama ve kontrolleri, emisyon ticaret sistemleri gibi düzenlemeler. Çok katmanlı ve bu nedenle hikmetinden her zaman şüphe edilecek yasal düzenlemeler, insanlığın karşılaştığı çevre krizini çözmekte yeterli olabilirler mi?