Şirketlerin nesiller boyunca başarılı olmasını sağlayan temel unsur ne ürünleri ne kaynakları ne de teknolojileri... Kendilerini yenileyebilme, dönüştürebilme becerileri. Bunu bilim temelli yapmanın bir yolu ise üniversite – sanayi iş birliği. Adımları ise bilmek, bulmak ve kurmak. (Ve evet, başlıktaki “kurmak” bilerek eksik yazılı). Bu yolda, bakın, size bir akademisyenin hayali öyküsünü anlatayım;
“Hocam sizi gerçekten tebrik ederim. Nefis bir inovasyon.” dedi karşısındaki adam. Arkasından, “Bizim şu, şu teşviklerimizden yararlanabilirsiniz,” diye devam ediyordu.
“Bir şirket kurmam lazım” diye sözünü kesti bakanlık yetkilisinin. “Hem ben bu işlerden hiç anlamam; anlasam da ne olacak ki… Bunu pilot seviyede üretebilmek için 2 milyon dolar lazım.” dedi. Karşısındaki adamın yüzü ifadesizdi.
Son birkaç yıldır üzerinde çalıştığı yeni güneş enerjisi panel teknolojisinin en sorunlu noktasında devrim niteliğinde bir çözüm bulmuştu. Silikondan çok daha ucuz, çok daha yüksek enerji kapasitesine sahip perovskitlerin kısa sürede bozulmasını engelleyen polimer filmin şifresini çözmüştü. Üstelik bunu, akademi ve sanayi iş birliğini destekleyen; devlet tarafından da kuvvetle desteklenen bir araştırma kurumunda yapmıştı.
Bulgularını teknoloji seviyesinde test etmiş, uluslararası saygın bir yayında makalesini yayımlamış, patent başvurusunu da tamamlamıştı. Birkaç panel üreticisi şirketle konuştuğunda içlerinden biri “ilgi gösterir gibi” olmuştu; ama doğrusu, içi onlarla iş birliği yapmaya elvermiyordu. Neden mi? Kendisinin iki yıllık maaşına denk gelen bir ödeme teklif etmişlerdi: yaklaşık 70 bin dolar. Karşılığında teknolojiyi başka kimseye satamayacaktı. Oysa bulduğunun değerini gayet iyi biliyordu.
Ama ne yapacaktı? Çevresinde 2 milyon doları riske edecek kimse yoktu. Üstelik, başka patentlere sahip arkadaşlarından bazılarının kendi fikirleri için fon yaratma çabalarına da yakından şahit olmuştu. Başarılı olanı hatırlamıyordu. Evet, birkaç yüz bin dolarlık fonlar bulanlar vardı; ama sonra o paraları verenlerle yaşadıkları yönetim kavgalarını, başarısızlık hikâyelerini, yatırımcıdan aldıkları dava tebligatlarını o kadar çok dinlemişti ki… Göğsünü bir korku kapladı.
Gerçek hayatta, perovskitlerin bozulmasını engelleyecek sanayi ölçeğinde bir çözüm henüz bulunmadı. Ama yukarıdaki “yatırım bulamama” hikâyesi çok sık yaşanıyor. Bu durum, Birleşmiş Milletlerin Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü WIPO’nun verilerine de yansıyor.
Türkiye, özellikle bilgi yaratımında ve bir miktar da bu bilginin patentler vasıtasıyla uygulamaya dönüştürülmesinde iyi performans gösteriyor. WIPO istatistiklerine göre bilimsel makale yayınlamada 15. sıradayız. Akademisyenlerimizle gurur duymalıyız. “Peki ama ya kalite?” derseniz, iyi soru. Ne var ki WIPO’nun bu analizinde, tüm ülkeler için bu sorunun yanıtını gösterecek bir veri yok. O yüzden, bilginin kalitesinin önemini hiç unutmadan, elimizdeki verinin söylediğine odaklanıp devam edelim:
Türkiye’de bilimin sanayiye dönüşmesinde esas sorunun üçüncü aşamada toplandığı anlaşılıyor: bilginin yatırıma dönüşmesi. Bu alanda maalesef gerideyiz. Patent başvuruları sıralamasında bizden bir sıra yukarıda olan Avustralya’da, 2024 yılında 2.330 adet girişim sermayesi yatırımı yapılırken; Türkiye’de aynı yıl 255 adet girişim sermayesi yatırımı yapılıyor. Dokuz kat fark!
Böyle bir gerilik görünür olunca, refleks öneri genelde şu oluyor: “Devletin teşvik sistemi iyileşmeli.” Yanlış da değil. Sonuçta bunun refleks olmasının bir nedeni var, ama tek başına yeterli de değil. Nitekim girişim sermayesinin gelişmesi için oldukça net bir teşvik düzeni 2024’te devreye alındı: Ar-Ge desteği alan bir kurum, aldığı desteğin %3’ü kadarını bir girişim sermayesi yapısına yatırmalı. Buna ek olarak, girişim sermayesi şirketlerinin yararlandığı vergi bazlı başka teşvikler de var.
Şunu söylememek de olmaz: Asıl zorluklar Türkiye’deki yatırım ortamında, fon çeşitliliğinin azlığında ve yatırımın geri dönüş süreleri ile koşullarında. Koşullar çok ağır, ama tüm bunları söylerken… Sanayinin kendini yenileme işini, hatta geleceğe karşı sorumluluğunu pas geçmek olur mu? Her şeyin başlangıcı “arzu etmek” ve “niyet etmek” değil mi?
Üniversite ve sanayinin birlikte yeni teknolojiler üretmesini bekliyoruz; teşvik ediyoruz. Bu yolda rakamlar şunu söylüyor: Bilgiyi üretmekte ve onu uygulamaya indirmekte hiç fena değiliz. Ama bunları şirkete, değere dönüştürmeye gelince hâlâ alacak çok yolumuz var. Üniversite–sanayi iş birliğinde adım sırası, bugün daha çok sanayide gözüküyor.